12 Mayıs 2009 Salı

PRENS SABAHADDİN VE ADEM-İ MERKEZİYETÇİLİK

1. GİRİŞ
Mehmed Sabahaddin, yani yaygın ismiyle bilinen Prens Sabahaddin, Türkiye’de sosyoloji alanının ilk kurucularından biridir. Türkiye’de, Comte-Durkheim çizgisindeki Ziya Gökalp’in yanısıra Prens Sabahaddin’in savunuculuğunu üstlendiği, Henri de Tourville, Edmond Demolins ve Paul Descamps’ın, Frederic Le Play’in teorisini geliştirerek biçimledikleri Science Sociale çizgisi sosyoloji alanında en önemli iki ekoldür. Ancak günümüzde Ziya Gökalp hakkında bir çok eser ve kaynak bulmak mümkünken Prens Sabahaddin hakkında çok fazla eser ve kaynak bulmak mümkün değildir. Bunda Ziya Gökalp ve Prens Sabahaddin’in bulundukları konum, fikirleri, çalışmaları, etkileşimleri vb. birçok şey belirleyicidir. Bununla birlikte, Emile Durkheim’in “solidarite” yani “sosyal dayanışma” kavramının etrafında Türk Milliyetçiliğinin altyapısını tanımlayan Ziya Gökalp yeni rejimin önde gelen teorisyeniydi. “Ben, sen yok biz varız” sloganının hakim anlayışının olduğu o dönemde Prens Sabahaddin’in “özel teşebbüs” veya “adem-i merkeziyet” tarzı fikirlerinin anlamlı olmayacağı ve dinleyici bulamayacağı kesindi.(1)
Prens Sabahaddin’in fikirlerinin çok fazla dinleyici bulamaması ve de etki alanının kısıtlı olması, onunla ilgili bilimsel çalışmaları ve eserleri de sınırlamıştır muhakkak. Yinede fikirleri hakkında kendi eserleri önemli bir kaynaktır. Bunun yanısıra gerek Jön Türkler harekatı içindeki yeri gerekse İttihat ve Terakki ile yaşadığı çatışmalar bu alanlarla ilgili çalışmalarda Prens Sabahaddin’i sık sık karşımıza çıkarmaktadır. Aynı şekilde Prens Sabahaddin’i anlatırken Jön Türkler harekatı ve İttihat ve Terakki Cemiyeti üzerine vurgu yapmamak onun dönemini ve fikirlerini eksik anlatmaya neden olacaktır.

2. PRENS SABAHADDİN’İN HAYATI
Sultan Abdülmecid’in kızı, Abdülhamit’in kız kardeşi Seniha Sultan’ın oğlu olarak 1879 tarihinde İstanbul’da dünyaya gelen Prens Sabahaddin’in, görüldüğü üzere Osmanlı hanedanı ile ilgisi anne tarafındandır. Baba tarafı ise Bahriye Nazırı Gürcü Halil Rıfat Paşa’nın torunu ve Mahmud Celaleddin Paşa’nın (1853-1903) oğludur. (2) Babası Osmanlı bürokrasisinde memur paşalardandır. Seniha Sultan’ın oğlu olmakla yanlış olarak Osmanlı hanedanının mensubu sayılmıştır. Prens kelimesinin kullanılması da bundan ileri gelmektedir.(3)
Mahmud Celaleddin Paşa, akrabalık bağının yanında, II. Abdülhamit’in yakın arkadaşıdır ancak daha sonra Ali Suavi’nin önderliğini üstlendiği Çırağan Sarayı Vak’asına adı karıştığı gerekçesiyle Adalet Nazırı olduğu kabineden Sultan tarafından azledilir. Yalısında gözetime alınır ve oğulları Sabahaddin ve Lütfullah Bey’in eğitimleri ile ilgilenir. O dönemler için yalı bir bakıma özel bir üniversite gibidir. Sabahaddin’in doğa bilimlerine, özellikle kimya, biyoloji, astronomi ve tıbba ciddi bir ilgisi vardır. Sonraki dönemlerde Paris yıllarında, Sorbonne’da bu konulardaki derslere devam eder. Diğer yandan yirmi yaşında İbn Haldun’un Mukaddime’sini okumaktadır. Bu da onun kapasitesini gösterir.(3) Prens Sabahattin yirmi yaşında iken Lamartinden “Jocelyn’i” Türkçe’ye çevirmiştir. Genç yaşlarından itibaren Avrupa fikir hayatı ile yakından temasa geçmiştir. Özellikle Avrupa’nın önde gelen aydınların eserlerini yakından takip etmiştir. E. Demolins’in “ Anglo-Saksonların üstünlüğünün sebebi nedir?” adlı eseri Prens Sabahattin’in üzerinde derin etki bırakmıştır. (4) Prens Sabahaddin’in doğduğu ve yetiştiği dönemlerde Jön Türkler Abdülhamit’in istibdat yönetimine karşılık hürriyetin ilanı konusunda kamuoyu oluşturmak amacıyla siyasi iktidarın etkisinin kendilerine ulaşamayacağı dış merkezlerde özelliklede Fransa da toplanmışlardır. Damat Celalaeddin Paşa ve Abdülhamit geçinemeyince oğlu Sabahhaddin ve Lütfullah ile 1899’da Fransa’ya kaçtı. Prens Sabahaddin de burada Jön Türkler arasına katılarak entelektüel mücadelesine başlamış oldu.
Paris’te bulunduğu sırada, Osmanlı toplumunun dertlerine çözüm bulmak amacıyla “Science Sociale Cemiyeti” ne girmiştir. Bu ilmi ekolden aldığı ilhamlarla Osmanlı toplumunun ihtiyacına uygun olabilecek nitelikte bir reform programını geliştirmeye çalışmış ve bu amaçla birçok yazı kaleme almıştır. 1908’deki hürriyetin ilanından sonra Türkiye’ye döner ve burada bir dizi konferans ile halkı aydınlatma çabası içine girer. 14 Eylül 1908’de Ahrar Fırkası’nı kuran Prens Sabahaddin sadece Abdülhamit’i ortadan kaldırmakla hürriyet ve serbestliğin gerçekleşemeyeceğini savunarak iktidar üzerindeki denetimini geliştiren İttihat Terakki Cemiyeti’ne muhalefet etmiştir. Kurumsal siyasi etkisinin sınırlı olmasına rağmen uzun mücadelelerden sonra siyasi iktidara yaklaşan İttihat ve Terakki için Prens Sabahaddin’in muhalefeti rahatsız edici bulunmuştur. 31 Mart isyanının ardından İttihat ve Terakki’nin iktidarını sağlamlaştırmasıyla 31 Mart Vakasında payı olduğu suçlamasıyla hareketi üzerinde baskı artacaktır. Yazıları sansüre uğramış, kendisi gözaltına alınmıştır. Dünya savaşında İttihat Terakki’nin saltanatı iyice pekişir 1920’de Sabahaddin Avrupa’ya gider, 1924 yılında hanedan mensuplarına getirilen yasaklama onu da kapsar Sabahaddin 1948 yılında İsviçre’de vefat eder.

3. PRENS SABAHADDİN’İN FİKİRLERİ
Prens Sabahaddin’in fikirlerini meydana getiren unsurlar, birbirinden ayırt edilmemiştir. Bu unsurları birbirinden ayırırsak, temelden başlamak üzere şöyle bir fikri yapıyla karşılaşırız.
a) Bir insan ideali
b) Bu insan idealini gerçekleştirecek bir eğitim teorisi
c) Bu insan idealine uygun bir toplum tasavvuru
d) Mevcut toplumların yapısını tahlil etmeye yarayacak bir “toplum tahlil yöntemi”
Prens Sabahaddin’in fikirlerinin yapısını izah ve saklı bazı unsurları göz önüne getirmesi bakımından yukarıdaki model yararlıdır. (5)
Prens Sabahaddin’in düşünce sisteminin temeli Durkheim’den ayrı olarak Le Play tarafından kurulan Science Sociale’dir (İlm-i İçtia). Prens Sabahaddin bu öğretiden oldukça etkilenir ve onun gözünde bu öğretiler tüm sosyoekonomik ve problemlere çözüm getirecek olan sihirli bir formüldür. Daha sonra bu yaklaşım Deshamps, De Tourville ve Edmond Demolins’e tarafından geliştirilir. Prens bu üçlüden daha çok Demolins’ yakındır ve alanındaki çalışmalara maddi destek vermiştir. Demolins ekolüne göre iki tip aile ve dolayısıyla iki tipte toplum vardır. Bu ikili ayırım aynı zamanda Science Sociale’nin temel savlarından biridir. Demolins’e göre bu ikili yapı şöyledir;
1-Tecemmüi/Kamucu/iştiraki Aile: Kişiler teşebbüsten yoksundurlar, her şeyi topluluktan beklerler
2- İnfiradi/Bireyci Aile: Kişiler her şeyden önce kendilerine göre güvenirler, aileye, topluluğa, devlete bakmazlar.(6)
İkinci tip aile ve toplum bu yüzden hayat kavgasında başarılıdır. Bunun en güzel örneği de Anglo-Saksonlardır. Bu toplumu teşkilat bakımından adem-i merkeziyet, kişisel düzeyde ise bireycilik ya da şahsi teşebbüs niteliklerine sahiptir.
Prens Sabahaddin’e ilham kaynağı olan Frederigue Le Play, 19.yüzyılın ikinci yarısında Avrupa’da muhafazakar ideolojiyi canlandırmaya çalışan bir düşünürdür. Aydınlanma karşıtıdır, geleneksel toplumun modernliğin etkilerine karşı korunmasına dönük çözümler aramıştır. Onun içinde olduğu muhafazakarlığı bilimsel ilerlemeci fikirlerle aşılayarak modernleştirme yönelimi faşist ideolojilerin hazırlayıcılarından olmuştur.(7)
Böyle bir ekol ve düşünce sistemi içinde yetişen Sabahaddin, meşruti yönetimin imparatorluğun çöküşüne çare olamayacağını savunur. Sorun Osmanlı toplumunun kamucu yapısıdır. İmparatorluğu kurtaracak tek ihtimal kamucu yapıdan bireyci yapıya geçiştir. Osmanlı’da katı merkeziyetçi bir yapı bulunmaktadır. Bu gerçekler ışığında Prens Sabahaddin’e göre kaderine razı ve her şeyi devletten bekleyen Osmanlı toplumunun gelişebilmesi için ferdiyetçi bir yapıya geçilmesi zorunluydu. Bu noktada Adem-i Merkeziyetçilik, ferdiyetçi yapıya geçilirken devlet düzeninin yenilenmesinde temel ilke olacaktı. Yeni yetişecek burjuva sınıfının teşebbüsçülüğünü engellemeyecek bir yönetim biçimi, ancak İngiliz ve Amerikan örneğine uygun bir Adem-i Merkeziyet modeli olabilirdi. Buna göre, yapılması düşünülen ıslahat hareketleri bütün tebaayı kapsayacak, Adem-i Merkeziyet uygulanacak, seçimle gelecek belediye meclisi üyeleri mahalli idarede söz sahibi olacak, vilayet meclislerinde azınlıklar nüfusları oranında temsil edilecek, Osmanlı tebaası arasında imtiyazlı hiçbir grup bulunmayacak, jandarma teşkilatında her azınlık nüfusu oranında yer alacak, yalnız vali, mutasarrıf, defterdar, mahkeme reisleri merkezi idare tarafından tayin edilecekti. (8). Prens Sabahaddin’e göre, merkeziyet sisteminin, bütün bunların yanında özellikle Osmanlı İmparatorluğu’nun bünyesinden ileri gelen bir sakıncası vardı, o da Doğu sorununun ancak “Türklerin anasır-ı muhtelife ile hem destek-i vifak olarak” meydana getirecekleri “muvazaene-i içtimaiye” sayesinde halledilebilmesiydi.
Prens Sabahaddin’i adem-i merkeziyete sevk eden tek fikir bu değildi. Aynı zamada “demokrasi” anlayışının Jön Türklerinkinden çok farklı olduğunu ve bir bakıma bu fark dolayısıyla adem-i merkeziyeti seçtiğini söyleyebiliriz. (9)
Prens Sabahaddin’in genel görüşleri ve ayrıntılı hareket planı Demolins’in fikirlerini olduğu gibi kabul ettiğinin ve Türk sorunu üzerinde hemen hiç bilgi sahibi olmadığının en güzel kanıtıdır. Demolins’in öne sürdüğü fikirlerin etkisi altında kalmasını hoş görebiliriz ama, Demolins’in tezini alıp, kendi deyimiyle “bambaşka bir uygarlık düzeyindeki” bir imparatorluğa uygulamaya götüren “aydınca yiğitlik” gösterisine kalkışması pek affedilmez. Bambaşka bir uygarlık düzeyinde olarak nitelediği İmparatorluğun tamamen ayrı bir geçmişi ve çözüm bekleyen kendine özgü sorunları olduğu da eklese, belki bir yerlere gidebilirdi. Çizdiği programın hiç bir yerinde İslamiyet’in yarattığı kargaşalığa, bir kere olsun değinmemektedir. Bunu da Anglo-Saksonlar üzerine yazan Demolins’ten beklememeliydi. Milliyetçiliğin bölücü gücünün farkında olduğunu kanıtlayacak hiç bir şey yoktur Prens Sabahaddin’in yazılarında. Oysa 1902’de Ermeniler bu soruna dikkatini çekmişlerdi. Programının acele karalanmış bir kararlar dizisinden başka bir şey olmadığı ortadadır ve anlaşılan Türkiye’de geçirdiği çocukluk ve gençlik yıllarında da kendi ülkesini incelemek olanağına sahip olamamış, eğitimi sonucu Türk’ten çok Avrupalı’ya benzemiştir. (10)
Prens Sabahaddin’in o yıllarda Osmanlı aydınları arasında sürekli tartışma konusu olan ve günümüzde de hala tartışılmasına devam edilen bir takım konularla ilgili yaklaşım ve görüşlerinden bazıları kısaca şu şekildedir.
Prens, eğitim ve öğretim meselelerinin gelişi güzel ve modern bir şekle sokulmasının bir sonuç vermeyeceğine inanmakla beraber, herhangi bir batı ülkesinden alınacak eğitim ve öğretim programının olumlu bir sonuç getirmeyeceğini ileri sürmektedir.(11)
Batılılaşmak konusunda ise şunları söylemektedir; “Mesele Batı’nın teknik vasıtasıyla kendimizi donatmakla hallolmaz, mesele Batıda bu tekniği ve bu kabiliyeti yaratan güce sahip olmaktadır.”(12)
İslam hakkındaki fikri de şu merkezdedir. “İslam Dini’nin ilerlemeye engel sayanlar, bu düşüncelerinde tamamen aldanmış bulunuyorlar. İlerlemeye engel olan dinimiz değil fakat sosyal yapımızdır.” (13) Prens Sabahaddin eserlerinde bir çok konu ve alan üzerinde yazılar yazmış, fikir üretmiş ve çözüm önerileri sunmuştur ancak bütün bunların dışında ön plana çıkan, bir değişim-kurtuluş modeli olarak ortaya atıp sunduğu ve de şiddetli savunduğu iki konu vardır. Teşebbüs-i Şahsi ve Adem-i Merkeziyet, o yüzden bu konuları ayrı başlıklar altında ele almak daha doğru olacaktır.

3.1. Teşebbüs-i Şahsi
Birinci İzah makalesinde; Teşebüs-i Şahsi’yi şöyle açıklamaktadır.
“Kuranı Kerim’de “Ey iman edenler! Sizler kendinizi düzeltmeye bakın!.. (Maide süresi 105) ve “İnsan için kendi çalıştığından başkası yoktur.”(Necm süresi/39)” ayetleriyle kesin olarak varlığına işaret edilen “Teşebbüs-i Şahsi’ye” gelince, bu bir toplumu meydana getiren fertlerden her birinin hangi cemiyette olursa olsun yaşamak için ailesi, akrabası, ve hükümetine dayanacak yerde doğrudan doğruya kendine güvenmesi, başarısını kendi teşebbüsünde aramasıdır.(14)
“Merkeziyet” idaresi devam ettiği sürece vatandaşımızda teşebbüs fikri mümkün değil ilerleyemez. Teşebbüs fikri olmadan da vilayetler imar edilemez ve böylece ülke maddi ve manevi sefaletten kurtulamaz. İşte inkar edilemeyecek bir gerçek Amerika Cumhuriyetlerine göz atarsak görürüz ki bu ülkelerin bir çoğunda haydutlar hüküm sürüyor.” diyerek açıklamıştır.(15) Prens Sabahaddin’in bir Osmanlı burjuvazisi yaratma çabası olduğu içinde olduğu anlaşılmaktadır. İngiltere örneğini takip eden Sabahaddin bir burjuva sınıfının rolünün önemini görmüş ve bu sınıfı yaratma yollarını aramıştır.Yollardan birisi aslında belki en önemli olmayanı özel girişimciliğin teşvikidir. Osmanlı toplumundaki memurların düşmanı olan Sabahaddin onların ortadan kalkmasını kamucu anlayıştan bireyci anlayışa geçiş sürecinin önemli bir safhası olarak görür. Ona göre yüzyıllar boyunca imparatorluğun en yetenekli kadroları kamucu bir kafa yapısının etkisiyle devlette memur olmayı tercih etmişler ve sistem bu sayede kendini oldukça başarılı biçimde üretmiştir. Sabahaddin daha çok ziraat, sanayi ve ticaret alanlarında yoğunlaşma ve uzmanlaşma cabası olmak gerektiğini söyler. Bunu da “ Şahsi çıkarlarımızı servetin üç kaynağı olan ziraat, sanayi ve ticaretle elde etmekten çok onu zulme alet olma ve baskıda arıyoruz.(16) Şahsi teşebbüsle yaşamak, zenginleşmek için malumat, tecrübe, gayret, sebat ve ihtiyat gibi bir çok tedbirlere malik olmak şart. Biz ekseriyetle bunlardan mahrum olduğumuz için ( çocukluğumuzdan beri aldığımız terbiye neticesi) çalışmadan zenginleşmek, kazanmadan yaşamak istiyoruz ve tabiatı ile hükümet memurluğuna göz dikiyoruz.” Ayrıca memur olmak için liyakat yerine himayenin gerektiğini belirtiyor. Bundan dolayı şahsiyet sahibi insanın yetişmediğini iddia ediyor.
Makalesinin devamında, sefaletin sebebinin terbiye sisteminin çürüklüğünden kaynaklandığını, “Türkiye’nin selametinin milli terbiye sisteminin ıslahına” bağlı olduğunu söylüyor. Terbiyenin en önemli iki unsuru olan aile ve mekteplerinin kendilerinden beklenen vazifeyi yerine getiremediklerini belirtiyor. Terbiyenin esas unsurunun beden fikir ve ahlak ve şu üç noktada şahsi kabiliyeti artırmak olduğunu ifade ediyor. Fakat devlet okullarında beden terbiyesinin tamamen ihmal edildiğini belirtiyor. Ayrıca, okullarda öğretimin tamamen teorik olduğunu ve başarının ancak pratikle olabileceğini, öğrencilerin fikri seviyelerinin yükselmesinin buna bağlı olduğunu beyan ediyor.
Ailelerin çocuklarına verdiği terbiyenin onlarda istiklal ruhu inkişaf ettiremediğini söyleyerek bu terbiye tarzını manevi bir intihar olarak nitelendiriyor. Şahsiyeti gelişmeyen insanların giderek ahlak ismetinden uzaklaştıklarını ve böyle bir milleti “….hiç bir kuvvet kurtaramaz.” (17)diyerek toplumun karşılaşacağı olumsuz neticelere dikkatleri çekiyor.
Sonuç olarak, kafasındaki ideal manevi değerlerin hakim olduğu durağan bir sosyal yapı yerine çok çalışma ve maddi kalkınma temelleri üzerinde yükselen bir toplumdur bu topluma ulaşacak ve Osmanlının içinde bulunduğu durumdan kurtulmasını sağlayacak araç ve düşünce sisteminin de Teşebbüs-i Şahsi düşüncesi olduğunu söylüyor.

3.2. Adem-i Markeziyet
Adem-i Merkeziyet prensibi Sabahaddin’in fikirleri arasında en ateşli tartışmalara sebebiyet verendir. Niyazi Berkes bunun Sebahaddin’e özgü bir fikir olmadığının altını çizer; merkeziyetin kökeni: Namık Kemal’e giderken Ademi-i Merkeziyet Mithat Paşa’ya uzanır. Yine bu tartışma Prens Sebahaddin’in kariyerinde büyük bir yer tutar. Adem-i Merkeziyet onun Osmanlıcılık anlayışının temelidir ama diğer cepheden de İttihat ve Terakkiyle olan mücadelesinin ana temasıdır. Daha önce belirttiğimiz gibi çatışmanın tohumları 1902’deki birinci Jön Türk Kongresinde atılmıştır. Prens Sabahaddin’in imparatorluk dahilindeki milliyetçi akımları engellemenin tek yolunun adem-i merkeziyet olduğu inancındadır. Osmanlı İmparatorluğunun sorunlarını çözecek olan yine Osmanlılardır. Prens Sabahaddin’in Adem-i Merkeziyetten kastettiği idari merkeziyetsizliktir. İmparatorluğun geniş topraklarını dikkate alarak, Prens merkezi otoritece yetkin bir şekilde yapılamayan yerel yönetim maliye, adalet gibi işlerin ilgili bölgenin yaşayanları tarafından üstlenilmesini ister. Bu sürecin işlemesi halinde tebaanın yönetime doğrudan katılımı ve devlet görevlilerini sıkı kontrolü mümkün olacaktır. Üstelik yöre halkı bölgenin sorunlarını yakından bildiğinden en etkili çözümleri de onlar üretebilecektir.(18)
İkinci İzahat makalesinde “Eğer Meşruiyet, Mebuslar meclisi aracılığıyla kontrol hakkını merkezden yürütülmesi demek ise “İdare-i Adem-i Merkeziyette şüphesiz vilayet genel meclisleri vasıtasıyla aynı hakların vilayetlere teslimi demektir. ” Merkeziyet” idaresini uygulayan ülkelerde bizde olduğu gibi bir sancak dahilinde köprü yol okul ve hastahane gibi doğrudan mahalli ihtiyaçları temin eden yapı ve eserlere teşebbüs edilmesi lazım gelse sancak vilayeti merkezine, merkez Dahiliye’ye, Dahiliye Nafia’ya, Nafia Sadaret’e, Sadaret Saray’a sırasıyla başvuru da bulunmak zorundadır. Bitip tüken şanından olmayan o ağır resmi muameleler içinde ülkenin ekonomik hayatı heder olup gidiyor.” demektedir. Bunu bir örnekle açıklamaktadır; “Bir gün birçok meziyetleriyle kendini ispatlamış devlet adamlarımızdan biri, Bolu Sancağı mutasarrafı iken üç saatlik yolu yaptırmak için altı sene uğraştıktan sonra işi takip etmekten vazgeçmek zorunda kaldığını anlatıyordu.Bu süre zarfında çaresiz halkın çektiği sıkıntıları düşün. Bazen bir yolun yapılmaması yüzünden bir sancak, bir kaza hatta bir vilayetin ticareti felce uğrar. İdari Ademi Merkeziyet adı altında öteden beri istediğimiz ıslahat, vali ve diğer memurların yetkisini artırmak, genel meclisleri bir an öce açtırmak ve böylece halkımızı verdiği verginin harcama yerini en uygun bir şekilde tayin ve kontrole alıştırmaktan ibaret kalıyor.”(19)
Prens Sabahaddin’in, teşebbüs-i şahsi ve adem-i merkeziyet düşüncesinin gerekliliği ve önemine değinmesi üzerine ilginç bir örnek daha vermek gerekirse “Eğer Akdeniz adalarında Yunan avucuna düşmek için bir hazırlık varsa onu engelleyecek Merkeziyet usulü değil, askeri kuvvettir. Askeri kuvvet ise milli servetle artar.
Milli serveti artıracak şey?
“Teşebbüs-i Şahsi”
“Teşebbüs-i Şahsi’yi kolaylaştıracak idare tarzı?
“Adem-i Merkeziyet”
Merkeziyet demek hürriyeti tekele almak, çoğunluğu azınlığa çiğnetmek, teşebbüs fikrini yok etmektir. Adem-i Merkeziyet ise sadece Mebuslar Meclisi vasıtasıyla İstanbul’da değil, fakat vilayet genel meclisleri ile vilayetlerin her tarafında milli kontrolü kökleştirecektir. Ayrıca Osmanlıları Osmanlı Devletine kalpten bağlayacak milli ticaretimize sürekli genişlik vererek dışa karşı birlikte hareket etmeyi gerektirecek ve bu sayede kavmiyet rekabetlerini söndürmeye kuvvetli bir vasıta teşkil edecektir. O halde “İdare-i Adem-i merkeziyet, Siyasi Merkeziyeti temine vasıta olarak Osmanlı vahdetini gerçekleştirmesini gittikçe artıran bir kuvvete dönüştürecektir. “(20)
Bunun yanında Prens Sabahaddin’in adem-i merkeziyet tezinin iç mantıki yapısında bazı zaaflar vardır. Prens Sabahaddin’in tezi, Anglosakson memleketlerindeki eğitim şeklinin ve adem-i merkeziyet sisteminin endüstriyel medeniyeti yaratmış bir insan tipi ortaya çıkardığıydı. Oysaki gerçekte endüstriyel gelişmeyle paralel olarak merkeziyetçilik artmıştı. İngiltere’de bu süreç 1835’de, Municipal Corporation Act’in geçmesiyle belirmiş, Amerika’da 1860’lardan sonra merkeziyetçilik kendini göstermeye başlamıştır. Bu bakımdan Prens Sabahaddin’in erişmek istediği gelişmişlik düzeyiyle adem-i merkeziyet arasında bir bağ yoktu (21)
Prens Sabahaddin’in Avrupa’dayken şekillenen bu fikirleri, ilk defa Teşebbüs-i Şahsi ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti” programında yer almıştır. Adem-i Merkeziyetçi görüş, devleti bölünmeye götürecek bir ilke olarak değerlendirilerek pek çok Jön Türk tarafından tepkiyle karşılanmıştır. Bu konudaki tenkitlere cevap veren Prens Sabahaddin, bu görüşün azınlıklara “muhtariyet” verilmesi anlamına gelmeyeceğini, Adem,i Merkeziyet’in kendisinden önce Kanun-i Esasi’nin 108. maddesinde yer aldığını söylemiştir. Söz konusu maddeye göre “Vilayetin usul-i idaresi Tevsi-i Me’zuniyet ve Tefrik-i Vezaif kaidesi üzerine müessese olup derecatı nizam-ı mahsus ile tayin kılınacaktır.” Prens Sabahaddin’in Adem-i Merkeziyetçi görüşü İttihat ve Terakki iktidarına muhalif olarak kurulan partilerden Osmanlı Ahrar Fırkası ile Hürriyet ve İtilaf Fırkası programlarına aksetmişse de politikada pek bir etkili olamamıştır.(22)

4. JÖN TÜRK HAREKETİ VE PRENS SABAHADDİN’İN ROLÜ
Jön Türklük olayının ortaya çıkışını anlamak için çizmemiz gereken düşünsel çerçeve de üzerinde durmamız gereken ilk nokta; kuşkusuz Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerindeki modernleşme çabalarının toplumda seçkinler arasında ortaya çıkarttığı tartışma ve bölünme ekseni ile Jön Türklerinin bu eksende aldıkları yer olmalıdır. Jön Türkleri konu alan ve hareketin üzerinden uzun bir süre geçmeden yayınlanan yerli ve yabancı yazarlara ait eserleri incelediğimizde karşımıza ilginç bir nokta çıkmaktadır ki, bu da Jön Türklüğün Osmanlı İmparatorluğundaki modernleşme hareketlerinin bir halkası olarak görüldüğüdür. Salt Jön Türklerin siyasal organizasyonlarını incelediğimizde pek tutarlı görünmeyen bu tutum konunun derinliklerine inildiğinde ilginç ve anlamlı bir bağlantıyı karşımıza çıkarır. (23)
Çeşitli hiziplerin ilke ve amaç çatışmalarına rağmen, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki rejimi devirmek gibi ortak bir emelleri olan bütün bu örgütlerin faaliyetlerini birlikte yürütmek için elbette bir çaba gösterilecekti. Bu görevi yüklenmesi en uygun görülen kişi de hiç şüphesiz özel durumundan ötürü, diğerlerinin küçük çatışmalarından, hiç olmazsa nazari olarak uzak duran Damat Mahmud Paşa’ydı. Ancak, Mahmut Paşa, 1903’te ölümüne sebeb olacak olan hastalığa yakalanmıştı ve böylelikle liderlik oğullarına ve özellikle kendine özgü fikirler geliştirmeye başlayan 25 yaşındaki Prens Sabahaddin’e kalmıştı. Prens ilkin 1901’de Mısırda “Umum Osmanlı Vatandaşlarına” hitabıyla iki bildiri yayınlar. Bu bildirilerde din ve ırk farkı gözetmeksizin bütün Osmanlıların birleşmesini tavsiye ediyordu ve bunun akabinde bir kongre çağrısında bulunuyordu. Çağrı olumlu karşılanmış ve ilk Osmanlı Liberalleri Kongresi 4-9 Şubat 1902 tarihleri arasında Paris’te toplanmıştı. Toplantı, Abdülhamit’in isteği üzerine Fransız Dahiliye Nezareti tarafından yasaklandığından ilk toplantı M. Lefévre-Pontalis adlı bir Fransız’ın evinde yapılmıştır. Daha sonraki toplantılar ise Prens Sabahaddin’in evinde yapılmıştır. (24) Bu kongre aynı zamanda “Osmanlı Hürriyetperveran Kongresi” ve “Birinci Jön Türk Kongresi olarakta ifade edilmektedir. ( Katılanlar: Yusuf Akçura, Midhad Paşazade, Ali Haydar Kuran, Abdülhak Şinasi, Doktor Şefik Hüsnü gibi önde gelenler) Buna göre kongreyi “Osmanlı Muhalefetinin ilk kongresi” gibi bir ifadeyle de adlandırmak mümkün.(25)
Kongreye katılan bütün etnik gurupların ortak görüşü Abdülhamit’in Osmanlı İmparatorluğu’na padişahlık edecek yetenekte olmadığıydı. Prens Sabahaddin kongrede şöyle demekteydi. “ Ülkemizde uygulanmasını istediğimiz ve bu yolda vargücümüzle çalıştığımız ıslahat, belirli bir halk, din ya da grup için değildir. İstisnasız bütün Osmanlılar adına ıslahat etmekteyiz. (26)
Jön Türkler arasında hizipleşmeler ve azınlıkların değişik istek ve faaliyetleri doğrultusunda, bir orta yol bulabilmek düşüncesi ile 4-9 Şubat 1902de toplanan bu kongre aynı zamanda Prens Sabahaddin’in siyasal bir iddia ile ortaya çıkışına vesile oldu. İstisnasız bütün Osmanlı İmparatorluğu adına ıslahat etme niyetinin belirlendiği bu kongrede benimsenen ilkeler şunlardır.
1-Şahsi Teşebbüsü geliştirmek ve netice itibari ile idari sistemde “ademi merkeziyet” yolunu tutmak için bir anlaşma zemini uyandırmak
2-Osmanlı İmparatorluğunu teşkil eden muhtelif kavimler arasında bir anlaşma zemini uyandırmak.
3-Daha ileri medeniyete sahip ülkelerde “Osmanlılar hakkını korumak” ve bu memleketlerde “umumi efkarı Osmanlı” lehine çevirmek”
4-Memleket dahilinde cemiyet ve komiteler kurmak sureti ile bu “programın tatbikine çalışmak, muhtelif kuvvetlere cephe almak” (27)
Bütün bu kargaşalığın bir ucunda İmparatorluğun çeşitli milletlerine büyük özerklik tanıyacak, hanedanın bağlayıcı unsur olacağı bir Osmanlı Konfederasyonu düşleyen Prens Sabahaddin durmaktaydı. Öbür uçta ise baştaki Padişah’ın kötü olduğunu söyleyen ve çözüm olarak yerine aynı soydan bir başkasının geçirilmesini ve 1876 anayasasının yeniden yürürlüğe konulmasını salık veren bir Türk milliyetçiliğini temsil eden Ahmet Rıza ve takımı bulunuyordu. ( 28)
Bunun yanısıra kongrede belirgin olarak tartışmalar iki merkezi tema etrafında yoğunlaşır. Bunlar devrimde askeri gücün kullanılması ve yabancı devletlerin müdahalesi. Prens Sabahaddin askeri güç taraftarıdır. Bu iki konu üzerinde ilk konuda yani askeri gücün kullanımında sorun çıkmıyor ancak ikinci madde de yani yabancı devletlerin müdahalesinde “Osmanlı Liberalizmi” ve “Türk Milliyetçiliği” karşı karşıya gelmiştir. Prens bir grupla beraber dış güçlerin müdahalesini savunmaktadır. Ancak başını Ahmed Rıza’nın çektiği ve ileride “İttihatçılar” olarak anılacak grup böyle bir müdahalenin Osmanlı hükümranlık haklarının ihlali olacağını söyleyerek itiraz eder. Çoğunluk ise Ermeni ve Rum delegelerin sayesinde Sabahaddin’in yanında gözükür.
Jön Türklerin Abdülhamid’e karşı yaptıkları mücadelede izleyecekleri yöntem konusunda anlaşamamaları sonucunda bu birleşik cephe muhalefeti böldü. Bu başarısız muhalefet girişiminden sonra Prens Sabahaddin “Teşebbüs-i Şahsi ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti”ni kurar. Cemiyetinin 1906’da yayınlanan programı şöyleydi;
Siyasi ıslahat yapılarak yerinden yönetim sağlanacaktır.
Vilayet meclisi üyeleri halk tarafından seçilecektir.
Merkezde halk tarafından seçilecek bir meclis teşkil edecektir.
· Osmanlı halkının hak eşitliği sağlanacaktır.
Yerel yöneticiler halkın nüfus dağılımına uygun olarak farklı etnik ve dini oranlara göre seçilecektir. (29)
Prens Sabahaddin’in bu hareketine karşın rakipleri de “Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyeti”ni kurarlar.
1902 Kongresi Jön Türkler’in bölünmesiyle sonuçlandığını görüyoruz.. Recep Paşa tasarısının suya düşmesinden sonra, Dr. Bahaettin Şakir gibi Avrupa’ya yeni kaçanların girişimiyle 1905 sonlarında Jön Türk hareketini toplayabilmek için Paris’te çalışmalarda bulunuldu ve bir programın hazırlanması görevi Sabahattin’e verildi. O, bu programa adem-i merkeziyet ilkesini sokunca, Jön Türkler’in bölünüşü artık kesinleşmiş oldu. (30) 1907’de Ermeni Taşnaksüdyun partisi’nin çağrısıyla ikinci bir kongre toplanır ancak bu da karşıt guruplar arasında anlaşma sağlayamayarak başarısız bir girişim olarak kalmıştır.
Kongrenin sağladığı elle tutulur tek sonuç olumsuz olmuştu. Prens Sabahaddin’le Ahmet Rızanın fikir ayrılıkları iyice belirginleşmiş ve Paris’te ki Jön Türkler’in her biri kendi köşesine çekilmişti. Jön Türk hareketinin gelişimini, iki farklı fikir akımının gelişmesi olarak özetleyebiliriz. Bunlar Ahmet Rıza ile Prens Sabahaddin’in temsil ettikleri okullardı. Prens Sabahaddin’in düşünce çizgisi 1902 kongresiyle Osmanlıları birleştirmek çabasının sonuç vermemesi üzerine kesinlik kazanmaya başlamıştır. Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde oturan herkesin iyiliği adına hareket ettiğini belirttiği kongreden ve 1903’teki başarısız darbe teşebbüsünden sonra karşısındaki sorunları daha iyi kavrayabilmek amacıyla kendini eğitmeye karar vermişti. Prens Sabahaddin bundan sonraki üç yıl boyunca inzivaya çekilmiştir. (31)

5. PRENS SABAHADDİN - İTTİHAT VE TARAKKİ ARASINDA ÇATIŞMALAR
1902 Jön Türk kongresinde “Kongrede azınlıklarca desteklenen Prens Sabahattin özgürlükçü bir devrim için Batılı ülkelerin Osmanlı Devletine müdahalesini savunmaları cemiyeti ikiye bölmüştür. Prens Sabahattin taraftarları Osmanlı Hürriyetperveran Cemiyeti adında bir örgüt oluşturdular, 1906’da da Sabahaddin Terakki adlı bir dergi kurup idaresini üvey kardeşi Ahmet Fazlı beye verir. Ahmet Rıza ve yandaşları ise İttihat ve Terakki Cemiyetini oluşturarak Şura’yı Ümmet adlı bir gazete çıkardılar. Prens Sabahaddin kanadı bölgesel özerklik, yerinden yönetim, bireysel girişim ve kişisel özgürlükleri savunurken; ittihatçı kanat merkeziyetçi, Türkçü, seçkinci ve otoriter bir anlayışa sahiptiler ve Alman Friedrich List’in mili iktisat düşüncesini savunmaktaydılar. Oysa Sabahaddin kanadı İngiliz iktisadi görüşü olan serbest (liberal) anlayışa sahiptir. Her iki kanatta meşruiyetçi ve laik eğilimlere sahiptirler. İslam birliği düşüncesini reel politik açıdan uygun bulmazken bir sosyal gerçeklik olarak İslamiyet’in varlığını teyit etmektedirler. O nedenle ikinci planda imparatorluk güçlendirilmeli ve halkı cehalete ve sefalete düçar eden müstebit yönetim tavsiye edilmelidir. Prens Sabahaddin’in eleştirileri ve programı daha kuramsal ve derinlikli analizlere dayanırken İttihatçı kanadın eleştirileri tepkisel ve sistemin özünden ziyade Abdülhamit ve kadrolarını tavsiyeye yönelikti. Her iki kanatta ulusal bir burjuvazi yaratılması hususunda hemfikirdirler. İngilizler uzun vadeli bir politika oluşturarak bu fikri desteklemektedirler.
İttihat ve Terakki Saray ve bürokrasi üzerinde güçlü bir otorite kurmuştu. Kurtuluş savaşını yönetici kadroları büyük ölçüde İttihat ve Terakki içinde yetişmiş ve en azından o gelenekten etkilenmiş kişilerdi. İttihat ve Terakki’nin lider kadrosundaki iki çizgi günümüzdeki yönetim anlayışını da etkilemeye devam etmektedir. Bu cemiyetin liderlerinden Ahmet Rıza Merkeziyetçi, devletçi ve otoriter yönetimden yanaydı. İttihat ve Terakki içinde Ahmet Rıza’nın yönetim anlayışını benimseyen kadro egemen olduğu için merkeziyetçi seçkinci ve otoriter eğilimler devletin resmi politikası haline geldi ve kamu bürokrasisi bu çerçevede şekillendi.
Hürriyet ilan edilir edilmez, adem-i merkeziyetçiler, Türkiye’ye gelerek propaganda yapmaya başladıklarında, bazı zorluk ve baskılara uğradılar. Celalettin Arif ile Fazlı Beyler İzmir’e geldiler ve kendilerini karşılayan halka söylev vermek isteyince, bu, başta Dr. Nazım, bazı İttihat ve Terakkicilerle kötü karşılandı. Fazlı Bey, Hürriyetten önce bir adem-i merkeziyet cemiyeti kurabilmiş olan bazı gençlerin yeni bir adem-i merkeziyet cemiyeti kurabilmiş olan bazı gençlerin yeni düzende tutuklanmış olduklarını öğrendi. Yine ademi merkeziyetçilerden Mahir Sait, Tevfik, Avni Kemal Beyler de, Anadolu gezisine çıkarlarken tutuklandılar. Oysa hatırlanacağı gibi, 1907’deki II. Jön Türk kongresinde İttihat ve Terakkililer ile ademi merkeziyetçiler saf birliği yapmışlardı. Bu ittifakı Hürriyetin ilanından sonra da ülke içinde sürdürmek için İstanbul’da Cemal Paşa, İsmail Hakkı Paşa ve Bahaettin Şakir Beylerle, Hüseyin Tosun, Nihat Reşat ve Muhittin Paşa arasında görüşmeler başlamıştı. Cemal ve İsmail Hakkı Beyler, adem-i merkeziyet, tevsi-i mezuniyet anlamına geliyorsa, ileride programların birleştirilebileceğini bile ileri sürmüşler ve kolayca, dostça uyuşmuşlardı. İttihat ve Terakki’nin İstanbul şubesi bir bildiri ile İttihat ve Terakki ad ve programı altında Adem-i Merkeziyet ve Teşebbüs-ü Şahsi ve Meşruiyet Cemiyeti ile birleşildiğini duyurdu. Ancak bu birleşme görünürde bir birleşmeydi ve Prens Sabahaddin babasının cenazesi için İstanbula geldiğinde esas karışıklık ve çatışmalar başlayacaktı.
İttihat ve Terakki’ye karşı muhalefetin başlıca eleştirisi, İttihat ve Terakki’nin tekelciliği ve gizliliğinin ikinci bir istibdata yol açabileceği kaygısıydı. Daha somut olarak, İttihat ve Terakki’nin devlet işlerine karışmasını ve idareye tahakküm etmesini, orduyu siyasete karıştırıp bir baskı aracı olarak kullanmasını, olumsuz tavirlarıyla Müslüman olmayanları Osmanlılıktan soğutmasını, eski devir adamlarıyla uzlaşıp, eski devir eleştirenleri ihanetle suçlamasını zikrediyorlardı.(32)

5.1. Prens Sabahaddin ve Ahmet Rıza
Ahmet Rıza Bey, Eylül 1857’de İstanbul’da Vaniköy’de doğdu.Babası Hariciye memuru Ali Bey’di annesi ise İslamlığı kabul eden Avusturyalı bir hanımdı.1889’da Paris’e tarım tahsili için gidiyor ancak orda kalarak Pozitivizmi inceleyerek etkisinde kalıyor. 1895’te Ermeni olaylarının alevlenmesi üzerine artan özgürlükçü faaliyetle birlikte Meşveret’i çıkarmaya başladığını görüyoruz. Ahmet Rıza aynı zamanda İttihat ve Terakki Partisi’nin Paris şubesinin başkanıdır.(33) Meşveret İmparatorluk sınırları içinde sızmaya başarmaktaydı ve içerdeki Jön Türk hareketini yeniden alevlendirecek güçteydi.
Ahmet Rıza daha önce de belirttiğimiz gibi, iki temel gücün etkisi altındaydı. Auguste Comte’un pozitivist felsefesi ve Türk milliyetçiliği. Hayalperest olarak algılanırdı. Amacı; İmparatorluk dahilindeki Hristiyan ve Müslüman bütün ırkları bir “Yeni Millet” halinde birleştirmek ve Fransa’ model alıp merkezi bir hükümet kurmaktı.Askeri gücü sayesinde Avrupa’nın müdahalesine karşı korunmuş, bütün ırkların bileşiminden kurulu “Yeni Osmanlı” İmparatorluğu düşlerdi.İslamiyet’in Comte’un felsefesine en uygun din olduğunu düşünürdü. Kendini önce Türk sonra pozitivist olarak tanımlar ve Fransa’daki pozitivist toplantılarda ülkesini sürekli savunurdu.(34)
O da Sabahaddin gibi hanedanı birleştirici güç olarak görmekte ve Padişah’ın Anayasa aracılığıyla kısıtlanmasını istemekteydi. Sabahattin’den ayrı olarak iyi Osmanlılar yani iyi Türkler tarafından yönetilecek olan merkezi hükümet istemesiydi.Türk olmaktan gurur duyuyordu. Osmanlı İmparatorluğunun eski şan şöhreti geride kalmıştı ama yinede herşey için geç değildi. Sorumlu olan Avrupa’ydı. Bu kusurları onarmak ve sonra bütün Osmanlı halklarını dize getirip ister istemez Türkleştirmekle herşey düzelirdi. İyi bir hükümet ve adil muamele geri getirilsin, Adem-i Merkeziyetçilik benzeri saçmalıklar kendiliğinden yok olacaktı. “Özerklik vatana ihanettir, bölünmedir. Hıristiyan vatandaşlarımız Osmanlılaştırılacaktır. Artık fatihler ve kölelerden kurulu bir devlet değil özgür kişilerden kurulu yeni bir ulus olacağız.” diyordu.(35)
Yabancı müdahalesi ve kapitülasyonlar meselesi A.Rıza’nın gerek Fransızca gerek Türkçe Meşveret’te en çok işlediği temalardı. Anayasanın tekrar kabulü, milliyet sorunu gibi iç meselelerin çözümünde yabancı güçlere müracaat etmenin sakıncalarına sıklıkla işaret eden Ahmet Rıza’nın yazılarındaki antiemperyalist tutum, Abdülhamit’e karşı muhalefetin en önemli araçlarından biri haline geliyordu. Abdülhamit’e karşı muhalefetin en önemli araçlarından biri haline geliyordu.(35)
Batıya karşı bu güvensizlik 1902 I. Jön Türk Kongresi’nde İktisadi ve Siyasi Program konusunda yabancı müdahalesinden yana Federalist ve Anglo-Sakson iktisat anlayışını savunan ekseriyet grubuyla daha “Millici” bir çizgi savunan A.Rıza grubu arasındaki ayrılığın temellerinden birini oluşturur. A.Rıza’nın cemiyetin genel tutumu adına kendi fikirlerinden ödün vermez kişiliği, onu Prens Sabahaddin gibi cemiyetin ileri gelenleri ile karşı karşıya getirmiştir. Fikirleri “aşırı pozitivist” ve “beynelminelci” bulunduğu için cemiyetin mahalli örgütlerinden çokça eleştiri almış ve Jön Türkler arasında hep biraz muhalif ve sivri bir kişilik olarak görülmüştür. Ancak Ahmet Rıza’nın bu sert ve uzlaşmacı kişiliğinin onu cemiyetin kuruluşundan 1908’e dek Abdülhamit’e karşı mücadeleyi aralıksız devam ettirebilmiş nadir Jön Türk liderlerinden biri yaptığını da belirtmeliyiz. Anayasanın ilanıyla yurda dönen Ahmet Rıza bir süre Meclis-i Mebusan başkanlığını yürütmekle birlikte, cemiyet üzerindeki etkisi gittikçe azalmış ve nihayetinde 1910’da merkez komiteden çıkarılmıştır. 1919’da Mustafa Kemal’in isteğiyle Milli Mücadele’nin propagandasını yapmak üzere Paris’e giden Ahmet Rıza 1922 yılına kadar etkili bir propaganda faaliyeti yürütmüştür. Son olarak Lozan Barış Antlaşması’nın imzalanmasıyla İstanbul’a dönmüş ve 1930’da ölümüne dek aktif politikadan uzak bir yaşam sürmüştür.(36)

6.SONUÇ
Prens Sabahattin, sosyolojiyi Türkiye’ye getiren öncüllerden biridir. Bu açıdan , özel bir ilgiyi hakeder. Benzeri şekilde, şayet tanıma sıkı sıkıya sadık kalınmazsa, Türk liberalizminin ilk mensuplarından da sayılabilir. Kişisel tarihi anlamında, hayatını birkaç kez “sabık” hale gelen ülkesinin çıkarlarını korumak için harcıyan bir sultanzadenin yaşam çizgisi de ilgiye değer.(37)Aslında, Prens Sabahaddin’in bir yazısından düşüncesinin gerçek özünün neden ibaret olduğunu anlamak mümkündür. Bu yazıda ideal olarak elde edilmek istenen amaç “hükümetle milleti yekdeğerine muarrız iki kuvvet olmaktan” kurtarmak şeklinde tarif edilmektedir. Osmanlı İmparatorluğu’nun temel zaaflarından birine işaret etmesi bakımından bu ifade gerçekten Prens Sabahattin’in Türk sosyal düşünürleri arasında derine gitmiş olanlardan biri olduğunu gösterir. Ancak, şimdiye kadar üzerinde durduğumuz düşünürleri göz önünde tutarsak Sabahaddin Bey’in öteki fikirlerinin çok büyük bir özgünlük taşımadıklarını görürüz. “Verimli vatandaş yaratma çabası, daha önce de gördüğümüz üzere 1870’lerden beri tekrar edilen bir idealdi. Modernleşmenin başarılabilmesi için herşeyden önce vatandaşların kültür düzeyinin yükseltilmesine ihtiyaç olduğu kabul edilen bir fikirdi.
Sabahaddin Bey’in bir siyaset adamı olarak zaafı iki kuvvet arasında kalmış olmasıdır. Giderek gelişmekte olan bir milliyetçiliğin temsilcisi olan Bahaettin Şakir Bey ve gurubu bu kuvvetlerden biriydi. Prens Sabahaddin’in fazla güvendiği ve artık “séparatisme”sini açık bir surette gösteren Arap, Arnavut ve Kürt muhalefet hareketleri ikinci kuvveti oluşturuyordu. Prens Sabahaddin Bey’in bu iki kuvvet arasında kalmış olması bir alçalma değildir, fakat Sabahaddin Bey’in kısa vadeli realiteyi tahlilde pek becerikli olmadığı da bu davranışından kolayca çıkarılabilmektedir. (38) Prens Sabahaddin’in Osmanlı toprakları için başka bir deyişle vatanı için verdiği mücadele babasının yurt dışına çıkmasından sonra aktif olarak Fransa’da I. Jön Türk kongresiyle başlamış ve hayatının sonuna kadar devam etmiştir. Bütün bu mücadele ve savunduğu o zaman göre modern sayılabilecek görüşlere rağmen günümüzde pek tanınmaması ve araştırma konusu olmaması şaşırılacak bir durum. Bir ilginç durumda Prens’in olgunluk dönemi eseri olan ve Osmanlının geri kalmışlık sorununa Sosyal Bilim perspektifinden yaklaşan “Türkiye Nasıl Kurtarılabilir” eserinde ki sorusunu hala soruyor ve araştırıyor olmamızdır.


KAYNAKÇA
1- Durukan, Kaan, “Prens Sabahaddin ve İlm-i İçtima, Türk Liberalizminin Kökenleri, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce-Cilt 1”, İletişim Yayınları, İstanbul 2001, s.143
2- Ege, Nezahat Nurettin, “Prens Sabahaddin’in Hayatı ve İlmi Müdafaları”, Güneş Neşriyatı, İstanbul 1977, s.3
3- Durukan, Kaan, age., s.145
4- Tütengil, Cavit Orhan, “Prens Sabahattin”, İstanbul, 1954, s.15
5- Mardin, Şerif, “Toplu Eserleri, Jön Türklerin Siyasi Fikirleri 1895-1908”, 4.Baskı İletişim Yayınları, İstanbul, s.290
6- Sabahaddin, Prens, “Görüşlerim”, Buruç Yayınevi, İstanbul, s.17
7- Durukan, Kaan, age., s.152-153
8- Sabahaddin, Prens, “Görüşlerim”,s.15-16
9- Mardin, Şerif, age., s.294
10- Ramsaur, E.E, “Jön Türkler ve 1908 İhtilali”, Sender, İstanbul 1972, 1.Basım, Çeviren; Nuran Ülken, Orijinal adı; “The Young Turk, Prelude to the Revulation of 1908”, s.105
11- Sabahaddin, Prens, “Türkiye Nasıl Kurtarılabilir?”, İstanbul 1965, hazırlayan: Muzaffer Sencer, s.31
12- Sabahaddin, Prens, age., s.43
13- Sabahaddin, Prens, age., s.31
14- Sabahaddin, Prens, “Görüşlerim”, s.41
15- Sabahaddin, Prens, “Görüşlerim”, s.38
16- Durukan, Kaan, age., s.152-153
17- Ege, Nezahat Nurettin, age., s.164-165
18- Durukan, Kaan, age., s.154
19- Sabahaddin, Prens, “Görüşlerim”, s.38-39
20- Sabahaddin, Prens, “Görüşlerim”, s.78
21- Mardin, Şerif, age., s.298
22- Mardin, Şerif, “Adem-i Merkeziyet, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi”, Cilt 1, İstanbul 1988, s.366
23- Hanioğlu, M.Şükrü, “Bir Siyasal Örgüt Olarak Osmanlı İttihad ve Terakki Cemiyeti ve Jön Türkler Cilt 1 1889-1907”, İletişim Yayınları, 2.Baskı, İstanbul 1989, s.9-10
24- Ramsaur, E. E, age., s.83
25- Reyhan, Cenk, “Prens Sabahaddin, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce-Cilt “1, İletişim Yayınları, İstanbul 2001, s.146
26- Ramsaur, E. E, age., s.86
27- Reyhan, Cenk, age., s.146
28- Ramsaur, E. E, age., s.91
29- Reyhan, Cenk, age., s.147
30- Akşin, Sina, “Jön Türkler ve İttihat Terakki”, Remzi Kitabevi, İstanbul 1987,1.Basım, s.47
31- Ramsaur, E. E, age., s.99
32- Akşin, Sina, age., s.100-101
33- Akşin, Sina, age., s.31
34- Ramsaur, E. E, age., s.108-109
35- Özden, Barış Alp, Kök,Ali, Ahmet Rıza, “Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce-Cilt 1”, İletişim Yayınları, İstanbul 2001, s.120
36- Özden, Barış Alp, Kök,Ali, Ahmet Rıza, age., 121
37- Durukan, Kaan, age., s.155
38- Mardin, Şerif, age., s.299

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

İzleyiciler

Hakkımda

İstanbul, Türkiye
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ SİYASAL BİLGİLER FAKÜLTESİ KAMU YÖNETİMİ MARMARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ MAHALLİ İDARELER VE YERİNDEN YÖNETİM