GİRİŞ
Kamu yönetimi alanında hem içerik hem yöntem ve hem de uygulamalar açısından Türkiye ve dünyada büyük değişiklikler yaşanmaktadır. Bu değişikliklerin en önemli nedeni, dünyadaki toplumlarda siyasi, ekonomik, kültürel, üretim kısacası yaşamın her alanında meydana gelen küreselleşmedir. Küreselleşme, genellikle dünyanın bir küre gibi ekonomik, siyasal, kültürel, toplumsal açıdan dünyanın sıkışması ve bir tek yer olarak algılanması olarak tanımlanmaktadır. (Aslanoğlu, 1998:124) Küreselleşme süreci, bir çok bilim insanı, politikacı ve hatta toplumların bir çok kesimi tarafından; toplumsal süreçlerin ve ilişkilerin oluşturduğu doğal, evrimsel bir süreç sonucu oluşan bir oluşum varsayılarak kaçınılmaz bir değişim olarak kabul edilmektedir. Hiçbir toplum, birey ve grup bu değişimin önüne geçemez. Bu değişimin getirdiği ilkelere, niteliklere, değişimlere ayak uydurmak, eklemlenmek, mümkünse birebir uymak zorundadır. Bu bağlamda küreselleşeme; bilimsel, toplumsal ve siyasal anlamda nötr ve hatta toplumların yararına olarak ulus-devletler, toplumlar ve bireyler tarafından kabul edilmelidir. Çünkü gelişmekte olan ülkeler kalkınmalarının devamının sağlanması, ülkelerin ve bireylerin refaha kavuşması bu süreç sağlayacaktır. Aynı zamanda bu değişim, siyasal ve kültürel açıdan özgürleşmeyi sağlayacak olan çok kültürlülüğün ve demokratikleşmenin de kendisidir.
Küreselleşme ile birlikte demokrasi, insan hakları, özgürlük, çevrenin korunması gibi temel değerler evrensel nitelik kazanırken, her düzeydeki yönetim aygıtı gibi ulus-devlet de demokratikleşme, yerelleşme, saydamlık, katılım, esneklik, hesap verilebilirlik gibi güçlü eğilimlerin yoğun baskısı altında yeniden şekillenmeye zorlanmaktadır. Bu çerçevede devletin küçülmesi, deregülasyon, özelleştirme, siyasal reformlar, sosyo-ekonomik politikaların dönüşümü gibi stratejiler, ülkelerin temel politikaları haline gelmiştir.
Yerelleşme kavramı ve bu kavram çerçevesinde belirlenen politikalarda, 1970 krizinin ardından ‘yeni liberal’ anlayış ve önerileri doğrultusunda belirlenen ve Uluslararası Para Fonu, Dünya Bankası ve Dünya Ticaret Örgütü gibi kurumların öncülüğünde yaşama geçirilen ‘yeniden yapılanma’ sürecinin önemli bir parçasıdır. Buna göre; yetkilerinin fazla olması nedeniyle aşırı bürokratik, hantal ve verimsiz hale gelen devletin küçültülmesi hedeflenmektedir. Merkezi yönetim yapısının küçültülmesi ve denetiminin kaldırılması, bunun yerine yerel halkın denetim ve katılımının arttırılması, hizmetin yerinde karşılanması, yani yerel yönetimlerin özerkleştirilmesinin sağlanması ve bunun uzantısı olarak sermayeyi kendi alanlarına çekmek üzere gerekli zemini ve koşulları yaratması sağlanmaktadır.
Bu çalışmada öncelikle küreselleşme kavramı üzerinde duracağız, kavramın tanımını, üzerinde yapılan tartışmaları, olumlu olumsuz yaklaşımları açıkladıktan sonra da küreselleşmenin çeşitli alanlardaki boyutları üzerinde duracağız. Küreselleşme ve yerelleşme arasındaki ilişkiyi açıkladıktan sonra da yerelleşme kavramını, yerelleşmenin etkileri, yerelleşmeyi etkileyen faktörleri ve son olarak yerelleşme politikalarını anlatacağız.
1- KÜRESELLEŞME KAVRAMI
Küreselleşme kavramını açıklamaya yönelik bir çok tanım bulunuyor. Tanımların ortak özelliği de; ortak bir tanım üzerinde anlaşmaya varamamalarıdır. Bu da çok doğal bir olgudur, nitekim, küreselleşmeyi açıklamada yararlanılan dünya görüşleri, bakış açıları ve ideolojiler değiştikçe, tanımın içeriği de değişiyor. Globalleşmenin Türkçe karşılığı olarak kullanılan “Küreselleşme”, ekonomik içerikli bir kavram olarak ortaya çıkmıştır (Tezcan, 1996, 187). Bu açıdan terim, belirsizlik içerse de son yıllarda dünya ölçeğinde ortaya çıkan ilişkiler ve yeni yaşam biçimleri küreselleşmenin niteliği konusunda bazı fikirler vermektedir. Bunların yanı sıra; teknoloji ve iletişimde meydana gelen büyük ilerlemelerin etkileyip yönlendirdiği süreçler küreselleşme kavramı ile açıklanmaya çalışılmaktadır. Bilginin, hammaddenin, mal ve hizmetlerin artan bir şekilde uluslararası dolaşım ve paylaşımına girmesi 20. yüzyılın şahit olduğu bir gelişmedir. Özellikle 1980’li yıllardan sonra ekonomik ilişkiler yaygınlaşmış, ideolojik farklılıkları temel alan kutuplaşmalar çözülmüş, dünya çapında bir liberalleşme sürecine girilmiş, kültürler, inanç ve idealler sınırları aşarak daha benzer bir hale dönüşmeye başlamıştır. (Erbay, 1996: 3)
Amerikan Ulusal Savunma Enstitüsü küreselleşmeyi “malların, hizmetlerin, paranın, teknolojinin, fikirlerin, enformasyonun, kültürün ve halkların hızlı ve sürekli bir biçimde sınır ötesine akışı” biçiminde tanımlamaktadır. Bu enstitünün yaptığı bir çalışmaya göre küreselleşme sayesinde ülkelerin ekonomileri arasında daha önce örneği görülmemiş bir bütünleşme sağlanmakta, bir enformasyon devrimi yaşanmakta ve pazarlar, şirketler, örgütler ve yönetim uluslararası hale gelmektedir. (Öymen, 2000: 26) Ancak böyle bir tanımı tartışmasız kabul etmek çeşitli sakıncalar içermektedir. Öncelikle, küreselleşme, konuya bakış açısına, coğrafi, siyasal ve ekonomik duruma göre farklılıklar göstermektedir. Malların serbest dolaşımı güçlü ekonomiye sahip devletlerin veya uluslararası işletmelerin bütün ürünlerini hemen hemen diğer bütün ülkelere serbestçe satma olanağı gibi düşünülürse, bu tanım kabul edilebilir. Ama buna karşılık bazı ülkelerin ürünlerini gelişmiş ülkelerin pazarlarına sokabilmek için karşılaştıkları güçlükler dikkate alınırsa, onlar açısından küreselleşmenin olumlu yönünden bahsetmek çok güçtür.
Başka bir tanımda, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu, küreselleşmeyi “sadece ekonomik olmayan sosyal, siyasal, çevresel, kültürel ve hukuksal boyutları da olan bir süreç” olarak tanımlamaktadır. (Öymen, 2000:27) Bu tanımda da görüleceği gibi, küreselleşme pek çok kavramı içerisine alan bir olgudur. Tek başına ne siyasi, ne ekonomik, ne üretim ve ne de sermaye hareketleri olarak değerlendirilebilir. Küreselleşme olgusu bütün bu sayılanları içerisine alan ve tümünü kuşatan bir süreci içermektedir.
A.Giddens, küreselleşmenin, nasıl anlaşılacağı, yeni bir kavram olup olmadığı ve yol açacağı sonuçların neler olabileceği gibi pek çok yönüyle sorgulanan bir kavram olduğunu belirtiyor. Bir ölçüye kadar farklı politik yönelimlerle ilişki içerisinde birbirine zıt iki fikir ortaya çıkmıştır. Bazıları küreselleşmenin tamamen bir mit olduğunu ya da çoğunlukla uzun süreli yönelimlerin bir devamı olduğunu ileri sürüyor. Bu bakış açısı, sosyal demokrasiyi koruma ve geliştirme arzusundaki görüşlere cazip geliyor. Söz konusu bu görüşler için, küreselleşme yeni liberallerin bir icadı. Küreselleşme, sadece ya da öncelikle ülkelerin ekonomik açıdan karşılıklı bağımlılıkları anlamına gelmiyor, fakat içinde yaşadığımız dönemde zamanın ve mekanın dönüşümünü de dikkate almamız gereken bir kavram. Ekonomik olsun ya da olmasın, uzakta meydana gelen olaylar bizleri önceki dönemlere göre daha doğrudan ve anında etkiliyor. Öte yandan, bireyler olarak aldığımız kararlar etkileri bakımından da küresel etkiye sahip. Örneğin sağlık amacıyla bireylerin uyguladıkları diyetler, belki de dünyanın öteki ucunda geçimini gıda üreticisi olarak temin eden insanları etkiliyor. Küreselleşmeden sanki bir doğa gücüymüş gibi bahsedilmekle beraber asla böyle bir şey söz konusu değil. Devletler, iş çevreleri ve sosyal gruplar küreselleşmenin gelişmesine katkıda bulunuyorlar. Özetle küreselleşme, politik ve ekonomik etkilerin birleşiminden doğan bir dizi karmaşık süreçlerden oluşuyor. Yine Giddens’e göre; “İletişim devrimi ve bilgi teknolojisinin yaygınlaşması küreselleşme süreçleriyle yakından bağlantılı. Bu durum ekonomik alanda dahi böyle. En yoksul bölgeleri de kapsamı içine alan ve anında gerçekleşen elektronik iletişim, yerel kurumları ve gündelik yaşamı sarsıyor.(Giddens, 2000:40-45)
Küreselleşmeye iktisadi ağırlıklı bakış açısıyla yaklaşan ve özellikle yabancı sermayeye açık olmayı kavramın kilit unsuru haline getiren yaklaşımlar da var. Küreselleşme, modern toplumun evrenselleşmesi anlamına gelebileceği gibi tekelci kapitalizmin günümüzdeki görünümü şeklinde de yorumlanabilmektedir. Küreselleşme süreci kapitalist
gelişme süreci ile sıkı bağlılık içindedir. Bu anlamda küreselleşmeyi kavrayabilmek için tarihsel kapitalizmi anlamak gerekir. Bardhan’a göre küreselleşme; temel olarak uluslararası ekonominin entegre olması ve özellikle de dış ticarete ve yatırıma açık olmak anlamındadır (Zengingönül, 2005:89). Bu anlamda küreselleşme sürecinin ülkelerarası gelişmişlik düzeyi farklarını azaltabileceği veya ortadan kaldırabileceği de savunulmuştur. Ancak teknolojik gelişme ve artan rekabet koşullarında gelişmiş ülkelerin sermayesi için küreselleşme giderek küresel anlamda güç kazanma anlamına gelirken, gelişmekte olan ülkeler için küreselleşme giderek kazanılan haklardan ödünler verme anlamına gelmektedir. Bu da gelişmiş ülkelerle gelişmekte olan ülkeler arasında sayısal duvar (digital wall) oluşmaktadır. (Friedman, 1998:54)
İnsanlar ve toplumlar gittikçe üst üste binişen hatta ülkelerin sınırlarını bile aşan faaliyetlere girmiştir. Seyahat, iletişim, finansman, ticaret, spor müsabakaları, meslekler ve hatta popüler müzik artık tek bir ülkenin sınırları içine hasredilemez olmuştur. Buna benzer bir çok ilişki ve faaliyet, uluslararası bir niteliğe kavuşmuştur. Bu açıdan bakıldığında küreselleşmenin, tarihsel bir olgu ve süreç olarak, insan ve toplumlar arasındaki ilişkileri daha çok zenginleştirdiği söylenebilir. Değişik ülkelerden insanlar bir araya gelmekte, mal, hizmet ve fikir alışverişinde bulunmakta ve birbirlerinin deneyimlerinden yararlanmaktadırlar. Bütün bu yaşananlar, insanların, ulusal düzeydeki düşünce ve ilişki biçimlerinden, uluslararası ölçekte yeni bir ilişki ve düşünme biçimlerine geçtiklerini göstermektedir. (Balay, 2004:63) Buna göre küreselleşme, dünya ölçeğinde ekonomik, siyasal ve kültürel bütünleşme, fikirlerin, görüşlerin, pratiklerin, teknolojilerin küresel düzeyde kullanılması, sermaye dolaşımının evrenselleşmesi, ulus-devlet sınırlarını aşan yeni ilişki ve etkileşim biçimlerinin ortaya çıkması, mekanların yakınlaşması, dünyanın küçülmesi, sınırsız rekabet, serbest dolaşım, pazarın dünya ölçeğinde büyümesi ve ulusal sınırların dışına çıkması, kısaca dünyanın tek pazar haline gelmesidir (Kaçmazoğlu, 2002:49). Diğer yandan küreselleşme, “rekabet edebilirlik” kavramı ile de yakından ilişkilidir. Küreselleşme ile ortaya çıkan bu kavram, bir ülkenin, “ulusal politikasını” küresel pazarın gereklerini, rakiplerine göre daha etkili karşılayabilme yeteneğinde olacak şekilde sürdürebilmesini ifade etmektedir. (Balay, 2004:64)
Küreselleşme, özellikle ekonomik, siyasal ve kültürel bir süreci ifade eder ve dünya sistemini ve bu süreçleri çerçeveleyen toplumsal ve ekonomik alt yapıları dile getiriyor. 1990’dan bu yana dünyanın üzerindeki tüm ekonomik, siyasal, kültürel noktaların giderek birbirine bağlanması, dünyanın tek bir birim haline dönüşmesi anlamında kullanılmaktadır. Aynı zamanda ülkelerin sahip oldukları maddi ve manevi değerlerin ulusal sınırları aşarak dünya çapında yayılması ve farklılıkların bir bütünlük ve uyum içinde ortadan kalkması olarak da tanımlanabilir.
Ekonomi tarihinin önceki dönemlerine kıyasla küreselleşme, hemen tüm ülkelerin mal ve hizmet sektörlerindeki işçileri ve işverenleri kapsıyor. Sonuç olarak, geçmişte sadece endüstriyel işçiler küreselleşmenin getirdiği uluslararası rekabetin sonuçlarına katlanırken, bugün, dünya işgücünün çok büyük bir kısmı küreselleşmenin etkilerini hissediyor. Uluslararası ticaretin ve doğrudan yabancı sermayenin hacmi büyüyor ve bilgi ve iletişim teknolojilerinde yaşanan devrim ekonomik geçişkenliği kolaylaştırıyor. Ancak küreselleşme bazı tartışmalı konuları da gündeme getiriyor: bir çok gelişmiş ülke düşük-ücretli ekonomilerin rekabetinden korkar hale geliyor ve gelişmiş ülkelerin güçlü çok uluslu işletmelerinden kaynaklanan rekabete dayanmakta güçlük çekiyor. Bu denli değişik ve çok yaklaşım içinden, küreselleşme tanımlamasında en çok kullanılan kelimeleri yan yana getirecek olursak, şöyle bir grup ile karşılaşıyoruz: İşletmelerin sınırlar ötesi faaliyetleri, uluslararası yatırımlar, ticaret, ürün geliştirme, üretim, kaynak yaratma, pazarlama, örgüt yapılarında değişim, kapitalizmin fonksiyonlarında değişim, entegre olmuş uluslararası piyasalar, yeni gelişen bir ekonomik yapılanma, uluslararası işletmelerin belirleyiciliği, uyum sağlama kapasitesi, sert rekabet, esneklik, dünya çapında sosyal ilişkilerin güçlenmesi, birbirinden uzak yerel birimlerin birbirlerinden etkilenir hale gelmesi, yerel ve hatta kişisel sosyal tecrübelerin geçişkenliği, kültürlerin geçişkenliği, enformasyon teknolojilerinin hızlı devinimi (Zengingönül, 2005:91)
Bütün bu tanımlardan yola çıkarak küreselleşme ile ilgili bütüncül bir tanıma ulaşma denemesinde bulunursak geniş anlamda küreselleşme; dünyada mevcut uluslararası, ulusal, bölgesel ve yerel katmanlara ait siyasi, ekonomik, sosyal, ekolojik , kültürel ve hatta coğrafik sistemlerin, birbirlerinden farkındalıklarının gün geçtikçe artmasıyla, geçişkenliklerinin ve birbirlerini etkileme güçlerinin de arttığı ve dünya çapında bir “farkındalık ve küreye ait olumlu veya olumsuz gelişmelere bilinçli veya tepkisel cevap verme kültürünün oluştuğu”, gelişen bir süreçtir.
Küreselleşme, ülkeler arasındaki ekonomik, siyasal ve sosyal ilişkilerin gelişmesi, yaygınlaşması, ideolojik ayrımlara dayalı kutuplaşmaların çözülmesi, farklı toplumsal kültürlerin, inanç ve beklentilerin daha iyi tanınması ülkeler arasındaki ilişkilerin yoğunlaşması gibi bir çok gelişmede ifadesini bulmaktadır. Bu olgular farklı gibi görünseler de birbiriyle bağlantılıdırlar. Küreselleşme bir anlamda maddi ve manevi değerlerin ve bu değerler çerçevesinde oluşmuş birikimin ulusal olmaktan çıkıp uluslararası çapta yayılmasıdır. Benimsenecek siyasi sistem, demokrasi, insan hakları, çevre bilinci ve sivil toplum anlayışı gibi değerlerin evrenselleşmesi fikri hep bu kapsamda ele alınabilir. (DPT, 1995:1).
Soğuk savaştan sonra henüz tamamlanmamış bir değişim süreci içine girmiş olan uluslararası sistemdeki değişimin hasıl sonuçlanacağı tam olarak kestirilememektedir. Ticaret, sermaye hareketleri ve teknoloji akımının uluslararasılaşması yukarıda adı geçen evrensel değerlerin yayılması ve yoğunlaşması milli devlet anlayışını büyük ölçüde rafa kaldırmakta, sınır ötesi menfaat gruplarının kenetlenmesine neden olmaktadır. Bu bağımlılıklar, toplumu ilgilendiren tüm alanlarda devletin kontrolünü azaltmakta ve belli düzenlemeler yapmasını zorunlu kılmaktadır (Togan.1995:11).
Küreselleşen dünyada ortak hale gelin sorunlar, birlikte hareketi gerektirdiği halde süper güçlerin bir çok uluslararası sorunun çözümümle çifte standart uyguladıkları gözlenmektedir. Bu durum dünyamızın bir yandan küreselleşirken diğer yandan da kutuplaşmalara hala gebe olduğunu göstermektedir.
Çağdaş global yapılanmalara ve evrensel değerlere uyum sağlayamayan toplumlar bir çok konuda birlikte harekete zorlanmaktadır. Oysa sosyo-ekonomik gelişmişlik düzeyi, eğitim seviyesi, ülke rejimlerinin niteliği ve inanç sistemi gibi faktörlere bağlı olarak toplum kesimlerinin küreselleşme sürecinin doğurduğu dönüşüme tepkileri farklı olmaktadır. Hatta bazı kesimler kültürel kimliklerini koruyabilmek amacıyla demokrasinin nimetlerinden de yararlanarak örgütlenebilmektedirler.
2. KÜRESELLEŞMEYE İLİŞKİN YAKLAŞIMLAR
Küreselleşme, günümüzde yaşanan ekonomik, politik, kültürel, dinamikleri açıklama iddiası taşıyan başlıca kavramlardan birisi haline gelmiştir. Ancak kavramın kullanımlarına baktığımız zaman kolayca kümelenmeyecek bir anlam çeşitliliği karşımıza çıkmaktadır. Küreselleşme kavramını 20. yüzyılın son çeyreğine doğru ateşlenen gelişmeleri anlatmak üzere kullananlar, kabaca bir ayırımla söylenirse durumdan hoşnutluk ya da hoşnutsuzluk duyanlar olmalarına göre ikiye ayrılmaktadırlar. Birinci gruba girenler “yeni dünya düzeni”nden hoşnut olanlardır. Bunlar küreselleşmeyi dünyanın mevcut hegemonik, ekonomik, siyasal, kültürel sistem lehine “birleşmek” ve “bütünleşmek” üzere evrilmesi olarak bundan hoşnutluklarını dile getirenlerin konumu, aşina olduğumuz modernleştirmeci söylemin içinde bir yere düşmektedir.
İkinci gruba girenleri ise küresel ölçekli olarak içinde bulunulan durumdan hoşnut olmayanlar oluşturmaktadır. Ancak küreselleşmeden hoşnut olmayanlar aralarında önemli farklılaşma göstermekte , bir ucunda ise radikal İslamcıları temsil eden düşünce çizgileri, farklı epistemolojik kaynaklardan yola çıkıp, farklı politik projeler peşinde olsalar bile, küreselleşmenin emperyalizmin günümüzde almış olduğu yeni bir biçim, Batı’nın/ kapitalizmin çıkarları doğrultusundaki ekonomik, kültürel, siyasal, bütünleştirme olduğu konusunda uzlaşmış görünmektedirler. Burada bu tezin savunucularıyla ilgili olarak belirtilmesi gereken önemli bir noktada, küreselleşme gibi “sözde masum” bir kavram icat edilerek “emperyalizmin yeni görüntüsüne ideolojik meşruiyet kazandırılmaya çalışıldığının “ iddia edilmesidir. Dolayısıyla küreselleşme karşısında “yeni dünya düzeni”nden hoşnut olanların statükoculuklarıyla, hoşnut olmayanların mevcut duruma alternatif oluşturma iddiası taşıyan klasik Marksist ve radikal İslamcı eleştirel konumları onu bir dönemselleştirme mantığından hareketle kavramaya çalışmaları dışında bir başka noktada daha birleşmekte, küreselleşmenin, dünyanın ekonomik, siyasal, kültürel olarak takipleştirilmesi sonucunu yarattığı düşüncesi paylaşılmaktadır. (Alankuş, 2000:296-297)
Bir başka yaklaşım da; küreselleşmeyi farklı boyutlarda olumlayan ve olumsuzlayan görüşlerin olduğu gerçeğini aktarmaktadır. Olumlu söylemlerden ilkine göre toplumlardaki eşitsizliklerin kaynağı yapısal değil, bireyseldir. Bireyin işsizliğinden ekonomik süreçler değil, değişime uyum sağlayamayan birey sorumludur. İkinci olumlu söylem, dikkati adalet kavramına yöneltmektedir. Buna göre küreselleşen dünyaya uyum sağlayamayan bireylerin gerçekte hak etmedikleri “refah hakları” savunulduğu sürece, ekonomik girişimcilik engellenir. Bu durum sorunlu adalet kavramının sürekli biçimde beslenmesine neden olur. Üçüncü olumlu söylem, dikkati daha çok devletin toplumsal ve ekonomik yaşamı düzenleme işlevine yöneltmektedir. Bu söyleme göre devlet, toplumsal ve ekonomik yaşamı düzenleme işlevini ne ölçüde aza indirip, bunu büyük ölçüde bireysel fırsat eşitliğine dayalı ahlak ilkesi çerçevesinde değerlendirirse o ölçüde demokratik olabilir. Böylece demokratik devlet, daha çok “bireycilik” ve özgürlük anlayışı ile daha az devlet müdahalesinin gerektirdiği özelliklere sahip olarak, bireyler için daha fazla yararlar sağlayabilir. (Tural, (2004:62-63))
Diğer yandan küreselleşmeyi olumsuzlayan söylemler de vardır. Küreselleşmeyi olumsuzlayan birinci söylem, onu “ideolojik bir kurgu” olarak değerlendirmektedir. Bu söyleme göre küreselleşme, küresel sermeyenin ve serbest pazarın dünya üzerindeki egemenliğini pekiştirmeye yarayan ideolojik bir araçtır. Bu haliyle küreselleşme karşı konulması gereken bir süreç olarak öne çıkmaktadır. İkinci olumsuz söylem, küreselleşmenin kültürel boyutuna vurgu yapmaktadır. Buna göre küreselleşme, Batı değer ve yaşam biçimlerinin hakim olduğu tek bir dünya yaratarak, dünya ölçeğinde kültürel birörnekliği niteleyen bir süreç olması nedeniyle olumsuz olarak değerlendirilmektedir. Küreselleşmeye ilişkin üçüncü olumsuz söylem ise, onun, kendine özgü işleyiş yasaları olan, bağımsız ekonomik bir süreç olduğu görüşüne dayanmaktadır. Bu söyleme göre küreselleşmeyi “kaçınılmaz ve karşı konulmaz bir süreç” olarak görmek demek, küresel sermaye hareketlerine direnmemeyi ve minimal devlet anlayışının yanında yer almayı ifade eder. Küreselleşmeye ilişkin olumlu ve olumsuz söylemler, söz konusu sürecin yarattığı olumlu ve olumsuz etkiler bağlamında daha yakından ele alınabilir. Zira her değişim ve dönüşümün olumlu etkileri olduğu gibi olumsuz etkileri de vardır. (Bilhan,1996:179-180)
3-KÜRESELLEŞMENİN BOYUTLARI
3.1. Siyasal Boyutları
İnsanların insan haklarıyla, hakkaniyetle, demokrasiyle, temel maddesel ihtiyaçların karşılanmasıyla, çevrenin korunmasıyla ve silahsızlanmayla ilgili kaygılarındaki büyük yükselme, günümüzde yönetime katkıda bulunabilecek yeni aktörler de yaratmıştır. Ortaya çıkan tüm farklı sesler ve kuruluşlar, küresel etkisi büyük olan türlü siyasal, ekonomik, sosyal, kültürel ve çevresel amaçların promosyonunu yapmakta giderek daha aktif duruma gelmektedirler. Bunların çoğu insanlıkla ve insanların içinde yaşadığı çevreyle ilgili olumlu kaygıların etkisindedir, ama içlerinden bazıları olumsuz, kendi çıkarına dönük ve yıkıcı bir tutum içindedir. Ulus devletler tüm bu güçlerin görünümlerine uyum sağlamak ve hepsinin yeteneklerinden yararlanmak durumundadır.(BM K.Y.Komisyonu, 1996: 24-25)
Gerçekten de bugün bir yandan “devlet üstü” yetkilerle donatılmış yeni küresel ya da bölgesel örgütlenmelerle klasik “devlet” yapısı sarsılmaya başlarken, öte yandan “ulus” kavramı da giderek yerini (etnik, kültürel ya da çıkar birliğine dayalı) “alt topluluk” kavramına bırakıyor. Uluslararası sistemdeki değişme, devletlerin kamu yönetimleri üzerinde kurumsal düzeyde etkilerini göstermeye başlamıştır. Örneğin ulus-devletler arasındaki ilişkilerin özeti olan “diplomasi”nin önemi ve işlevselliği giderek azalmıştır. Uluslararası ilişkilerin devlet-devlet ilişkisi olmaktan çıkarak devlet ulusaşırı şirket ya da devlet-uluslararası örgüt ilişkileri ile çeşitlenmesi, geleneksel diplomatik örgütlenmenin tekelini yitirmesine yol açmıştır. Gerçekten de, devletler insanı dünyaya karşı temsil etmekten çok, karmaşık bir dünya sistemini insanlara temsil ediyora benzemektedirler. Liberalizasyon, özelleştirme, yapısal uyum politikaları, tüm devletleri etkilemekte; yerel ve dış fiyatlar arasında tutarlılık yaratmakta ve dünya pazarının yerel piyasadaki egemen etkisinin aracı olarak iş görmektedirler. (Güler, 1996:56) Öte yandan teknolojik ilerlemeler artık ulusal sınırları daha gözenekli hale getirmiştir. Devletler egemenliklerini korumakla birlikte, hükümetler, otoritelerinde bir erozyon görmenin acılarını yaşamaya başlamışlardır. Emeğin, paranın ve enformasyonun sınır aşırı hareketlerini kontrol edebilme güçleri çok azalmıştır. Küreselleşmenin baskılarını her düzeyde yaşarlarken, tabandan gelen
hareketler ile bazen de bazı hak ve yetkilerin devri (belki de kaldırılması) söz konusu olabilmektedir. Aşırı durumlarda bazen kamu düzeni çözülebilmekte, çığırından çıkan şiddet karşısında, Liberya ve Somali’de olduğu gibi, kurumlar çökebilmektedir. .(BM K.Y.Komisyonu, 1996:30)
3.2. Ekonomik Boyutları
Küreselleşmenin ekonomik boyutu, en çok öne çıkan ve en çok tartışılan boyutudur. Ekonomik boyut, küreselleşmenin diğer boyutlarına göre en eski dönemlere dayanan ve en derinleşmiş boyutudur. Öyle ki günümüzde ekonomik alanda bir milliyetçilikten söz etmek, hiçbir ekonomik, siyasal veya toplumsal sistemde olanaklı görünmemektedir. Yabancı sermaye, sosyalizmin koyu bir şekilde uygulandığı ülkeler tarafından bile arzu edilir olmuş ve bu sistemlerin yıkılmasına giden süreci hızlandıran bir faktör de olsa, yabancı yatırımlar teşvik edilmiştir. Sonuçta günümüzde büyük ölçüde çok uluslu şirketlerin yönlendirdiği küresel bir ekonomik düzen, dünyanın her yanında etkinliğini başarıyla sürdürmektedir. Yoğun yabancı sermaye girişi ulusal sermayeyi de etkileyerek “gayri millileştirmiş” yabancı şirketlerle birleşen yerli girişimcinin de ulusal sınırlar ve ulusal çıkarlar çerçevesinden uzaklaşarak dünya ekonomisiyle bütünleşmesini sağlamıştır. Giderek ulusal niteliğini tamamen kaybeden çok uluslu şirketlerin dünya çapında etkin bir güç elde etmesi, ekonomik bir birim olarak devletin sonunun gelmek üzere olduğu şeklindeki tezleri güçlendirmiştir. Ulaşım ve iletişim teknolojilerindeki gelişmelerin, birbirinden ayrı pazarlar arasında var olan ve bağımsız milli ekonomik politikalar için gerekli ön koşulu oluşturan sınırları zayıflatması, ülkelerin ulusal düzeyde bir ekonomi politikası belirleme şanslarını da zayıflatmaktadır. Münferit ulusal hükümetlerin para ve maliye politikaları, uluslararası mali pazarlardaki hareketlenmeler tarafından sıkça kontrol altına alınmaktadır. Ekonomik alandaki küreselleşme sürecinin derinleştirilmesi, uluslar arası ekonomik örgütlerin sürekli gündemini oluşturmaktadır. Bu örgütlerin bölgesel ve uluslararası nitelikteki faaliyetleri kesintisiz olarak devam etmektedir. (Newman, 2001:58-86)
3.3. Sosyal ve Kültürel Boyutları
Teknolojik gelişmeye, özellikle iletişim teknolojisindeki hızlı ilerlemelere bağlı olarak toplumların sosyal ve kültürel yapılarının da, olumlu ya da olumsuz bir biçimde dönüşüme uğradıkları görülmektedir. Batı kültürü ile yerel kültürlerin etkileşimini sağlayan bir sürecin sonucunda hangi kültürlerin kazançlı çıkacağı şimdiden kestirilemezse de, başlangıç için iletişim olanaklarından sonuna kadar yararlanabilen Batı kültürünün diğer kültürler karşısındaki başat konumunu güçlendirdiği söylenebilir. Çağdaş teknostrüktürlere, global ekonomik yapılara ve evrensel değerlere uyum sağlayamayan toplumlar küreselleşme süreci tarafından kültürel değerlerini kısmen de olsa değiştirmeye zorlanmaktadırlar. Oysa sosyo-ekonomik gelişmişlik düzeyi, eğitim seviyesi, inanç sistemi gibi faktörlere bağlı olarak bu toplumların bazı kesimleri dünya ile kültürel bütünleşmenin gerektirdiği değişimi isteyerek ve kolaylıkla sağlarken, böyle bir değişimi istemeyen veya başaramayan kesimler de mevcuttur. Bu kesimler kültürel kimliklerini koruyabilmek amacıyla demokrasinin de sağladığı olanakları kullanarak kendi aralarında geleneksel kurumlar etrafında örgütlenme yoluna gitmektedirler. Özetle küreselleşme, bir yandan yerel kimlikleri yıpratırken, diğer yandan değişime yol açmaktadır. Bu şartlar altında değişim talebiyle başa çıkamayan veya değişimi benimsemeyen toplum kesimleri çözümü, geleneksel kurumların tanıdık dünyasına dönmekte arayabilmektedirler. (DPT, 1995:3) Farklı dillerin, özellikle de İngilizce’nin kullanımının gün geçtikçe yaygınlaşması, iletişim ağının küresel düzeydeki etkinliğini artırmaktadır.
Ekonomik, politik ve teknolojik gelişmelerin etkisiyle kitle iletişim araçlarıüzerindeki devlet denetiminin azalması, bu araçların ticari amaçlarla çok geniş alanlara ulaşmalarını hızlandırmıştır. Küresel kitle iletişimin bir sonucu olarak da, yerel kültürlerin evrensel bir kültüre doğru dönüşüme uğramaları kaçınılmaz olmaktadır. Kültürel küreselleşmenin etki ve sonuçları, bu sürece tabi kılınan yerel kültürün güncel küresel değerlere yakınlığına, esnekliğine ve direnç gücüne göre değişmektedir. Kendi kültürünü reddedip tamamen küresel kültüre bağlanmak ya da kendi kültürü içine hapis olup dünyaya sırt dönmek aşırı tepkiler olarak görünürken, uluslar kendi kültürel değerlerini kaybetmeden dünya değerleriyle bütünleşmelerini sağlayacak sentezlere ihtiyaç duymaktadırlar. Küresel kültürün içinde özelliklerini kaybetmeden yaşayabilme şansına sahip olan kültürler için, küresel sistemin teknolojisini kullanarak uluslararası boyutta kendi bölgesel bilgi ve iletişim ağlarını kurabilme imkanı vardır.Ayrıca küreselleşme ve ulusal kültür arasındaki açık rekabet, bizzat ulusal kültürün gelişimi için de uygun bir ortam oluşturabilir. (DPT, 1995:4)
4. KÜRESELLEŞME VE YERELLEŞME
Küreselleşme ile birlikte gündeme gelen yerelleşme eğiliminin en somut uygulaması olan ademi merkeziyetçilik ilkesi, yerel yönetimlerden önce ulusal yönetimlerin yeniden yapılanmalarını, ülkelerin yönetsel örgütlenmelerinde yerel yönetimler lehine değişikliğe gitmelerini zorunlu kılmaktadır. Küreselleşme sürecinde uluslararası arenalarda da bölgelerin ve mahalli toplulukların öne çıktıkları, söz ve rey sahibi haline geldikleri, küresel aktörler tarafından -milli devlet bir yana bırakılarak- muhatap alındıkları görülmektedir. Bu bakımdan yaşananın esasında "globalizasyon" (küreselleşme) değil, "glokalizasyon" (küyerelleşme) olduğu ileri sürülebilmektedir. Ancak birbiri ile çelişir gibi gözüken bu iki sürecin -küreselleşme ve yerelleşme- birbirini besleyen tek bir projenin unsurları olduğu söylenebilir. (Koçdemir, 200:154) Klasik anlamda yerelleşme (desantralizasyon), ulus-devlet bütünü içinde merkezi yönetimden yerel yönetimlere doğru yetki, görev ve kaynak aktarımını ifade eder; bu anlamda yerelleştirme, yerel yönetimlerin ulus-devlet bütünü içinde merkezi yönetime oranla güçlendirilmesidir. Günümüzde ise yerelleştirme, merkezi yönetimin elindeki planlama, karar verme, kaynak oluşturma ve bunları yürütme gibi yönetsel yetkilerin taşra kuruluşlarına, yerel yönetimlere, yarı özerk kurumlara, meslek kuruluşlarına, gönüllü örgütlere (vakıflar, dernekler gibi) ve şirketlere aktarılması olarak kabul edilmektedir. Yetki genişliği, özelleştirme ve sivilleşme kavramları, modern anlamdaki yerelleştirme teriminin çeşitli uygulamalarıdır. Yerel yönetimler, yerelleştirme politikaları ile güçlendirilmekte ancak asıl olarak yetkilerin buradan piyasa güçlerine transferi amaçlanmaktadır. Modern anlamda yerelleştirmenin yöneldiği bu hedef, onu klasik anlamda yerelleştirmeden ayıran en önemli özelliklerden biridir. (DPT, 2001:10)
Günümüzde dünyada bir yandan "küreselleşme" süreci yaşanırken, aynı zamanda da "yerelleşme" eğilimlerinin güçlendiği görülmektedir. İlk bakışta birbiri ile çelişir gözüken bu iki yönlü gelişme süreci bağlamında küreselleşme eğilimi, geleneksel ulus-devlet kavramını ve ulus-devletler arasındaki uluslar arası ilişkilerin yapısını dönüştürmektedir; buna karşılık yerelleşme süreci ise küreselleşme eğiliminin kendi bünyesinde taşıdığı tekdüze ve merkeziyetçi yapılanmaya karşı, tarihsel, kültürel ve fiziksel yerel kimlikleri yeniden üreterek ve birbirine eklemleyerek daha insani ve yaşanabilir bir dünyanın yaratılmasına katkıda bulunmaktadır. Bu gelişmelerin önemli bir sonucu olarak, iki binli yıllara doğru, sanayi toplumundan bilgi toplumuna geçiş sürecine, merkezi ağırlıklı yönetim sistemlerinden güçlü yerel yönetime, temsili demokrasiden katılımcı demokrasiye doğru gelişmeler eşlik etmektedir.
Küreselleşmeden yana olan kimi aydınlar, insan yerleşimleri konusundaki sorunların çözümünde BM’nin daha aktif rol oynaması gerektiğini söylüyorlar. Hatta bu amaçla BM’de “Küresel Yönetim Konseyi” kurulmasını önerenler bile var. Yerelleşme eğilimine gelince; gelişmekte olan ülkelerin iktisadi, siyasi, sosyal, kültürel ve güvenlik gibi gerekçelerle hep merkezi devlet örgütlerini modernleştirmeye ve güçlendirmeye çalıştıkları bir gerçektir. Söz konusu ülkeler, merkezi devlet organları vasıtasıyla toplumu dönüştürmeye ve mobilize etmeye çalıştılar. Teknolojik gelişmeler ve sosyal devlet anlayışı gibi sebebler, gelişmiş ülkelerde de belirli bir merkeziyetçiliği ortaya çıkarmıştır. Ancak merkeziyetçi politikalar, yerel ve bireysel inisiyatifleri zayıflattı ve herşeyin çözümü devletten bekleyen bir anlayışı ortaya çıkardı. Şimdi ise toplumsal dinamizmin kaynağı olarak, ihtimal edilen yerel ve sivil inisiyatifleri “yapabilir” kılmaya, geliştirmeye yönelik bir politika değişikliği yaşanıyor. Bu süreç, kısaca “desantralizasyon (yerinden yönetimleştirme) olarak tanımlanıyor. Yerel yönetimler daha da güçlenecek, sivil toplum kuruluşları onlarla daha sıkı işbirliği içinde olacaklar. Hatta yerel yönetimlerin ilgi alanı, zaman içinde dış politika konularına kadar uzanabilir. Siyaset ve yönetimde, bireyin, sivil toplumun ve yerel yönetimlerin öne çıkmaya başladığı bir süreci yaşamaktayız. Yönetimde açıklık, ombudsman ve yönetime katılma gibi konular, gelişmiş ülkelerin en çok ilgilendikleri ve geliştirmeye çalıştıkları pratiklerdir. . (Eryılmaz, 1997:92-93)
Özel İhtisas Komisyonu çalışmalarında, küreselleşme ve yerelleşme ilişkisi sorunu, dünya genelinde ilerleyen küreselleşme sürecinin yerel yönetimler üzerindeki etkilerinin ortaya konması konusu, önemli ve ağırlıklı tartışma maddelerinden birini oluşturmuştur. Küreselleşme sürecinin yerelleşme süreçlerini desteklediği; bunun ulus-devlet üzerinde çeşitli etkilere yol açtığı; yerelleşme kavramının küreselleşme ile birlikte daha geniş bir çerçevede tanımlanmaya başlandığı; yerelleşme ile yalnızca yerel yönetimlerin güçlendirilmesinin değil, buna ek olarak ;
1-Her kademede bir alt birime yetki devri yapılması,
2-Merkezi yönetimin taşra kuruluşlarına yetki aktarılarak yetki genişliğinin güçlendirilmesi ve
3-Yetkilerin merkezi ve yerel kuruluşlardan özel sektör kuruluşlarına, gönüllü örgütlere devredilmesi, süreçlerinin kastedildiği saptanmıştır.
Komisyon, dünya genelinde ilerleyen küreselleşme süreci ve bu sürecin yeniden tanımladığı yerelleşme anlayışının analiz edilmesi ve ulusal kalkınma ve demokratikleşme amaçlarına katkı ve zararlarının öngörülmesi gerektiği sonucuna varmıştır. Komisyon, tartışılan her başlıkta bu faktörü göz önünde bulundurmaya çaba göstermiştir.
Dünya genelinde yaşanan gelişmeler ve buna ek olarak Avrupa Birliği süreci, dünya genelinde yerelleşme, ademi merkeziyetçilik ve federalizm konularında sürekli olarak yeni kavramlar üretilmesine ya da mevcut kavramların farklı tanımlanmasına neden olmaktadır. Dolayısıyla, terim ve kavramlardaki dağınıklık, günümüzde dünya genelinde yaşanan bir karmaşadır.
Ulus-devletler, tanımlarını asıl olarak merkezi yönetim ağırlıklı örgütlenmelerinden alan yapılardır. Bu özellik, son iki yüzyıl boyunca, yapı ister federal ister üniter olsun, devletlerin tümü için geçerli olmuştur. Küreselleşme süreci, ulus-devleti gelenekselden farklı bir tanıma kavuştururken, bu yapıya da müdahaleyi gündeme getirmekte ve ulus -devlet içindeki merkezi - yerel dengesini ademi merkeziyetçilik ilkesi temelinde ve ikincisi lehine yeniden düzenlemeyi talep etmektedir. Bir başka deyişle, küreselleşme sürecinin gerçekleşme araçlarından biri de yerelleşme süreci olmaktadır. Günümüzde, merkeziyetçilikten uzaklaşma, idare hukukunun tanımladığı üç anlamda da talep edilmektedir:
(1) Hiyerarşik yapılarda üst kademeden daha alt kademeye yetki devri;
(2) Merkezden taşraya yetki aktarımı ya da yetki genişliği,
(3) Merkez - taşra yönetiminden yerel yönetimlere yetki göçerimi ya da desantralizasyon.
Bunlardan birincisi örgütsel yaşam düzlemini ilgilendirirken, ikincisi ve üçüncüsü devlet
örgütlenmesi düzlemini ilgilendirmektedir. Bu raporun ilgi alanı üçüncü yerelleşme türüdür
Günümüzde yerelleşme tartışmaları ve yerel yönetim reformları, son iki yüzyıldan bu yana yapılan düşünce araçları ile yapılamaz. Ulus-devleti referans noktası alan ve bu bütün içinde devletin etkili ve demokratik işleyişini sağlamayı amaçlayan yaklaşım, günümüz ve gelecek için yetersizdir. Yerel yönetim reformları ve yerelleşme, bundan böyle ulusal dinamiklerle birlikte küresel dinamikleri de hesaba alarak düşünülmek ve geliştirilmek zorundadır. Bu zorunluluğun, ulusal amaçları gerçekleştirecek doğrultuda yerine getirilmesi gerektiği açıktır. Bu nedenle, küresel dinamiklerin açık ve sağlıklı bir şekilde analiz edilmesi, ve bu süreci ulusal çıkarlar açısından yönlendirme gücünün elde tutulması gerekmektedir.
5.YERELLEŞME KAVRAMI
Son otuz yıllık dönemde yaşanan ekonomik ve politik gelişmeler, bir yandan devleti ekonomik işleyişin dışına iterken, diğer yandan da siyasal gücün merkezden çevreye aktarılmasını öngörmektedir. Bu çalışmada kısaca “yerelleşme” olarak adlandırılan bu süreç; hizmetlerin en yakın yönetim biriminden sağlanmasından ekonomik kalkınmada yerel dinamiklerin harekete geçirilmesine uzanan geniş bir açılıma sahiptir. (Alada, 2006:126)
Yerelleşme hem bir hiyerarşik örgüt içerisinde üst kademeden alt kademeye “yetki devri”, hem merkezi yönetimden taşra yönetimine “yetki genişliği”, hem de merkezi yönetimden yerel yönetimlere “yetki göçerimi” olmak üzere üç türlü olarak görülen bir eğilimdir. Yerelleşme, yerel yönetim birimlerinin halka yakın olması ve alınan kararların halka en yakın düzeyde alınması anlamında kullanılmaktadır. Bu amaçla yerel yönetimlerin kendi görevlerini ve sorumluluklarını öncelikle kendilerinin yerine getirebilmeleri gerekmektedir. Böylelikle yerel halkın daha fazla yönetime katılması suretiyle yerelleşmenin güçlendirilmesi ve dolayısıyla demokrasinin geliştirilmesi sağlanabilecektir.
Yerelleştirme eğilimin temel amacı, yerel karar verme sürecinde devletin değil toplumun ağırlık kazanmasıdır. Bu aslında liberal yaklaşımın öngörüsüdür. Ancak kimilerine göre liberal yaklaşımın toplum olarak tanımladığı kesim sadece sermayeden ibarettir. Bu nedenle liberal yaklaşımın daha az devlet, daha çok toplum kavramlaştırılmasının gerçekte kamu gücünün doğrudan sermayeye aktarımı anlamına geldiği ileri sürülmektedir. Böylece demokratikleşme iddiasının içinin boşaldığı, var olan eşitsizliğin daha da derinleştiği, demokrasinin sürdürebilirliğinin tehlikeye düşürüldüğü söylenebilmektedir. (Güler, 1996:150)
Kamu hizmetlerinin yerine getirilmesinde etkinliğin sağlanabilmesi, merkezi yönetimin dışında merkezin yükünü hafifletecek yerel yönetim birimlerinin varlığını gerektirmektedir. Yerel yönetimler yerel halka yerel hizmetlerin üretilmesi imkanını tanımaktadır. Gerek etkinlik ve verimlilik, gerekse de demokratiklik bu yolla gerçekleştirilebilecektir. Çünkü yerelleşme ve yerel yönetimler hizmetlerin en kolay, ucuz, hızlı ve katılımcı bir şekilde sunulmasını sağlamaktadırlar. (Çukurçayır, 2000:99-100) Yerelleşme ya da başka bir ifadeyle desantralizasyon, merkezi yönetimin elinde bulunan karar verme, kaynak oluşturma ve kullanma, planlama ve yürütme gibi bir takım idari yetkileri ve görevleri, taşra kuruluşlarına, yerel yönetimlere, yarı özerk kamu kurumlarına, meslek kuruluşlarına, sivil toplum kurumlarına gönüllü kuruluşlara (dernek ve vakıflar gibi) aktarmak anlamında kullanılmaktadır. (Mahmutoğlu, 2002:23)
Yerelleşmenin siyasal gücün tek elde toplanmasını önleyeceği ve böylece yerel demokrasiyi güçlendireceği ifade ediliyor. Desantralizasyon ya da Adem-i Merkeziyetçi Yönetim kavramları yerelleşme ile aynı anlama geliyor. (Aktan, 1998:2)
Yerelleşme gerçektende yerel demokrasiyi güçlendirmek için çok önem arzediyor. Yerel özerklik için yerel yönetimlerin merkezi yönetimlerin boyunduruğundan kurtarılmaları gerekiyor. Ancak yerelleşme bir taraftan, yerel halkın yönetime katılmasını sağlayarak demokrasiyi geliştirecek bir görevi yerine getirirken, öte taraftan yerel tiranlığı ve despotizmi de ortaya çıkarabilecek bir etki gösterebilir. Yerelleşmenin sakıncaları “politik adem-i merkezileştirme demokrasi için bir güvence değildir, bu değişik yerel tiranlıkları da mümkün kılabilir. Yerel politika çoğu zaman ulusal politikadan bile yozdur. (Aktan:1998:3)
Yerelleşme bir diğer küresel gerçektir. Bir diğer ifadeyle, yerelleşme artık dünya da global bir değer olarak kabul edilmektedir. Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı, yerelleşmenin anayasal güvence altına alınmasının önemi üzerinde durmaktadır. (Aktan, 1998:3)
Birleşmiş Milletler ile Dünya Bankası’nın çeşitli kaynaklarında yerelleşme (desantralizasyon) dört türe ayrılmaktadır. Bunlar;
1. Merkezden taşra örgütüne yetki devri, deconsantration, bizim yetki genişliği olarak adlandırdığımız tür.
2. Merkezden –taşra örgütünden yerel yönetimlere yetki devri, devolution ( bizde genellikle buna desantralizasyon denir),
3. Yetkinin her kademede bir alta devri anlamına gelen delegation, bizim genel olarak yetki devri dediğimiz işlem,
4. Yetkilerin topluma –özel sektöre- devri.
Fransız idari sistemine yabancı Anglo-Sakson dünyanın terimleri zorlayan bu sıralaması, desantralizasyon –yerelleşme- olarak bilinen süreci, alışılagelmiş tanımlamadan oldukça farklı ele almaktadır. Genel olarak yerelleşme, devletin içinde, yukarıdan aşağıya bir yetki aktarım sürecinden ibaret olarak tanınır. Oysa neoliberalizmin küresel örgütlerce geliştirdiği tanım, gerçek yerelleşme sürecini kamu kudretinin devletten topluma –asıl olarak özel sektöre aktarılmasını öngören bir özü vardır. Yerelleşme devlet içi bir hareket olarak değil, asıl hedefi bakımından kamu kudretinin sermayeye devri olarak tanımlanmaktadır. Birleşmiş Milletlerin Yerel Gündem 21 Projesinde kent konseylerine özel sektörün ortak olarak çağırılması ısrarı bu tanıma yada bu hedefe bağlı bir uygulamadır.
Tanımlardaki farklılaşmayı görmek önemlidir; yerelleştirmeden söz eden her kesim kavramdan aynı şeyi anlayarak konuşmamaktadır.
Avrupa Birliği’nin sahip çıktığı kavram, bu odaktan kaynaklanan yerel yönetim reformunun taşıyıcı sözcüğü “desantralizasyon –yerelleşme” değil, “subsidiarite, -yerellik” sözcüğüdür. Türkçe’ye ‘hizmetlerde halka yakınlık’ olarak da çevrildiği görülen subsidiarite, devlet örgütlenmesinin aşağıdan yukarıya bir yetki devri sürecini kurulmasını öngörmektedir. Yerellik, yerelleşmenin tersine, yukardan aşağıya bir yetki devri sürecini değil; yetkileri önce en alt kademeye bırakma, bu kademenin taşıyamadığını bir üste çekme biçiminde bir yapılanma süreci olarak resmedilmektedir. Kavram 1992 Maastricht Anlaşması ile ilkeye dönüştürülmüş, 1985 tarihli Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nda var olan özerklik ilkesi daha sonra yerellik ilkesini ifade ediyor diye yorumlanmıştır. Çeşitli yazılarda kavramın 14.yüzyıl Katolik yazınında belirdiğine işaret edilmektedir. (Güler, 2003:19)
6. YERELLEŞMENİN ETKİLERİ
Yerelleşme hareketinin ardındaki temel söylem, yukarıdan aşağıya çalışan bürokrasinin girişimci bir yönetim anlayışı içinde, toplumu da güçlendirecek biçimde aşağıdan yukarıya işler hale getirilmesidir. Bu söylem, yerel dinamiklerin harekete geçirilmesi ile ekonomik kalkınmanın sağlanması ve yerel demokrasiye işlerlik kazandırılarak ekonomik getirilerin tabana yayılması, başka bir deyişle yerel kalkınma ve sosyal adalet gibi üst hedeflerlede kolayca bütünleşmektedir. Neredeyse yerelleşme, piyasa ekonomisinin açtığı yaraları sarmaya yarayan evrensel bir reçete olarak takdim edilmektedir.
Yerelleşme örgütsel ya da siyasal boyutlarda olabilir.Yetki genişliği (deconcentration), merkezin taşrada kurmuş olduğu birimlere iş yükünü devretmesidir. Yetki devri (delegation) bundan farklıdır, örneğin il özel idareleri gibi. Yerinden yönetim (devolution) ise belediyelerde olduğu gibi, demokratikleşme ile örtüşen bir yerelleşme türüdür. Yerelleşmenin yararları ve zararları olabilir. Yararları arasında, yerel idarelerin işi sahiplenmesi, işin yöreye özgü niteliklerinin yakından tanınması, planlama kolaylıkları, mal ve hizmetlerin zamanında temini, esneklik, bireylerin etkin katılımı sayılabilir. Muhtemel zararları arasında ise, yerel nüfuz sahipleri, yöneticini gösterişe kaçması, denetleme tekniklerinin yetersiz kalması, uniform bir politika izlenmesinin (standardizasyon) güçleşmesi, eşgüdümlemede sıkıntı yaşanması yer almaktadır. Yerelleşme yetki ile ilgili bir konudur, yetkiyi nasıl, ne kadar, hangi örgütlere devrediyorsanız, ona göre yerelleşme konusundaki konumunuz belli olur.
Yerelleşme kavramı ile anlatılmak istenen aslında merkezi yönetimin iyi yapamadığının düşünüldüğü hizmetlerin yerel yönetimlere devredilmesidir. Bu devir, hizmetin üretilmesi ve sunulması açısından ya tamamen ya da kısmen devredilebilir. Dünyada ki genel eğilim yerel gereklere daha iyi cevap verdiği düşünülen yerel yönetimlere daha fazla çalışma ve yetki alanı ile kaynağın aktarılması düşüncesidir. Bir yandan küreselleşme yoluyla ulus devletlerin etkinliğinin uluslararası kuruluş ve şirketler karşısında zayıfladığı düşünülürken diğer taraftan yerelleşme yoluyla yerel gereksinimlere daha fazla karşılık verilme eğilimi dünyadaki son zamanların önemli gelişmelerindendir. Ancak yerelleşmede alınan mesafeler çok kolay olmamaktadır. Çünkü özellikle merkezi yönetim anlayışının katı olduğu ülkelerde yerelleşme çalışmaları çok gecikmeli ya da çok sınırlı olmaktadır. Merkezi yönetim elindeki yetkileri devretmekte isteksiz davranmaktadır.
Merkezi otoritenin piyasa aktörleri lehine geri çekilmesi bağlamında liberal kanadın desteklediği yerelleşme hareketi, demokratikleşme ile sarmalanarak sosyal demokrat kesimin desteğini arkasına almaktadır. Anca, toplumun önüne farklı ideolojilerinin üzerinde uzlaştığı, muhalefet etmekte duraksanan bir seçenek olarak sunulan tüm akımlarda olduğu gibi, yerelleşme hareketinde de temel yapısal öğelerin kurgulanmasında önemli ayrıntıların göz ardı edilmesinden kaygı duyulmaktadır.
Merkezi yönetim ile yerel yönetimler arasındaki ilişkilerin doğası, işlevler ve sorumlulukların paylaşımı anayasal çerçeve içinde gelişmekte olup, devletler arasında farklılıklar göstermektedir. Devletin genel yapısı içinde, merkezi ve yerel yönetimlerin dengesi, tarihi, kültürel, coğrafi, ekonomik ve politik faktörlere göre değişim göstermekle birlikte, yetki ve sorumlulukların yerel yönetimlere devri konusunda bir eğilim söz konusudur. Bu eğilimin dört temel argümanı bulunmaktadır. Bunlar; katılım, etkinlik, kanuna uygunluk ve özgürlüktür. (Alada, 2006:126)
- Katılım: Yerel yönetimlerin merkezi yönetime göre halkın siyasal yaşama katılımının sağlanmasında daha etkin olduğu savunulmaktadır.
- Etkinlik: Halkın gereksinimlerinin karşılanmasında onlara daha yakın olan yönetim birimlerinin daha etkin yapılar geliştirebileceği öne sürülmektedir. Yerel niteliklere göre yapılanan çözümlerin genellemelerden uzaklaştıkça başarı şansının artması beklenmektedir.
- Kanuna uygunluk: Karar merkezi ile uygulama alanı arasındaki coğrafi mesafe arttıkça, kararların toplum tarafından benimsenmesinde ve kararlara uyulmasında sorunlar yaşandığı öne sürülmektedir.
- Özgürlük: Yerelleşme hareketinin gücün dağılımını sağlayarak, bir tür denetim ve denge ağı oluşturduğu, böylelikle bireysel özgürlüklerin güvence altına alındığı savunulmaktadır.
Bu dört temel argüman, yerelleşme hareketinin evrensel, karşı durulmaz ön yüzünü oluşturmaktadır. Ancak, yerelleşme sürecinin, ülkeler arasında farklılıklar gösteren, özellikle gelişmekte olan ülkelerde ihtiyatlı olmayı gerektiren bir de arka yüzü bulunmaktadır. . (Alada, 2006:127)
Yerelleşmeye karşı yapılan eleştirilerden birisi bu yaklaşımın temel amacının, son aşamada kamu gücünün özel sektöre devri ve kamusal mekanizmaların tasfiyesi olduğu yönündedir. Bunun dışında yerelleştirme eğilimlerinin bireyler ve bölgeler arasında eşitsizliği arttırdığı devlet etkinliğini zedelediği ve istikrarı tehlikeye düşürdüğü de ileri sürülmektedir.
7. YERELLEŞMEYİ ETKİLEYEN FAKTÖRLER
Son yıllarda dünyadaki ve Türkiye’de ki gelişmeler yerelleşme eğilimini arttırmaktadır. Bu faktörler arasında sivil toplum kuruluşlarının gelişmesi, serbest piyasa mekanizmasının gelişmesi, yeni yönetim arayışları, küreselleşme ve yönetimde yerele devretme eğilimi sayılabilir. (Bilgiç, 2003:399-405)
Gerçekten sivil toplumun özellikle son yıllarda etkin hale gelmesi ve kamu yönetimi üzerindeki baskılarını arttırması bireylerin devletten beklentilerini arttırmıştır. Bu taleplere cevap vermekte geciken kamu bürokrasisinde zorunlu olarak yeniden yapılanma eğilimi artmıştır. Bu bağlamda sivil toplum örgütlerinin etkin yeni konumu, merkezi yönetimi hizmetin yerinde görülmesini sağlayacak yöntemlere başvurmaya zorlamaktadır. Artık devlet topluma daha yakın bir konuma, etkinlik ve verimliliği öncelikle amaçlayan bir teşkilat haline gelmeye başlamıştır. (Eryılmaz, 2002:214)
Bunun yanında küreselleşme kendi mantığı içinde beraberinde yerelleşmeyi de getirmiştir. (Bilgiç, 2003: 399:405) Çünkü iletişim ve ulaşım teknolojisinin inanılmaz yaygınlığı ve gelişimi dünyadaki ulus devlet sınırlarını aşan yeni bir yaşam ve örgütlenme biçimini beraberinde getirmeye başlamıştır. Hem birey hem örgütler açısndan dolaşım ve iletişimin artması uluslar arası ticaret ve ilişkileri kolaylaştırmıştır. İnsanlar dünyayı artık bir ülke gibi yaşayabilmektedirler. Her ne kadar, ulus-devlet uygulamaları devam etse de ticaret ilişkileri sınır tanımaz hale gelmiştir. Bu gelişmeler güçlü merkezi yapıya sahip ulus devletlerin etkinliğini azaltmış ve daha yerel yapılara yol açmıştır. Örneğin Avrupa Birliği ulsu devletlerin birçok özelliğini ortadan kaldıran yeni bir post-modern örgütlenme biçimidir. Avrupa Birliğine girmek isteyen ulus-devletler birçok ulusal özelliğinden ve sembollerinden vazgeçmek zorunda kalmaktadır. Böylece ulus-devletin merkezi yapısı zayıflamakta buna karşılık yerel yönetimler güçlenmektedir. Hizmette yerellik ilkesi Avrupa Birliği’nin kabul ettiği temel ilkelerden biridir. Bu ilkeye göre bir hizmet mümkün olduğu kadar yerinde sunulmalıdır. Böylece halkın daha iyi hizmet alması ve sorunlarının çözülmesinde zaman kaybının önlenmesi ile karar verme mekanizmalarına halkın mümkün olduğu kadar katılımının sağlanması amaçlanmaktadır.
Habitat II Kent Zirvesi sırasında resmi konferansın dışında, Yerel Yönetimler, Akademisyenler, Sendikalar ve Vakıflar gibi çeşitli forumlar gerçekleştirilecek. Bu forumlar, sivil toplum kuruluşlarının temsilcilerinin katılımıyla yürütülecek. Bu da yönetim açısından, dünyadaki gelişme trendinin hükümet dışı kuruluşlara doğru kaymakta olduğunu gösteriyor. Artık “her şeyi devlet yapsın” anlayışından vazgeçiliyor. Yönetime katılma kamusal sorumluluk üstlenme, yönlendirme ve denetleme işlevlerinde, bireylere ve sivil toplum kuruluşlarına daha fazla inisiyatif verilmek isteniyor.
Habitat II vesilesiyle, birbirine zıt gibi görünen iki gelişme trendinin daha da önem kazandığını görmekteyiz. Bunlar “küreselleşme” ve “yerelleşme” eğilimleridir. Küreselleşme, globalleşen ekonomik, sosyal, siyasi ve güvenlikle ilgili ortak sorunlar karşısında insanlığın paylaşılabileceği kimi değerler üzerinde birleşmekte olmasıdır. (Eryılmaz, 1997:91)
8. YERELLEŞME POLİTİKALARI
Yerelleşme politikaları, 1970 krizinin ardından ‘yeni liberal’ anlayış ve önerileri doğrultusunda belirlenen ve Uluslararası Para Fonu, Dünya Bankası ve Dünya Ticaret Örgütü gibi kurumların öncülüğünde yaşama geçirilen ‘yeniden yapılanma’ sürecinin önemli bir parçasıdır. Buna göre; yetkilerinin fazla olması nedeniyle aşırı bürokratik, hantal ve verimsiz hale gelen devletin küçültülmesi hedeflenmektedir. Merkezi yönetim yapısının küçültülmesi ve denetiminin kaldırılması, bunun yerine yerel halkın denetim ve katılımının arttırılması, hizmetin yerinde karşılanması, yani yerel yönetimlerin özerkleştirilmesinin sağlanması ve bunun uzantısı olarak sermayeyi kendi alanlarına çekmek üzere gerekli zemini ve koşulları yaratması sağlanmaktadır. Bu anlamda yerel yönetimler, küresel ölçekte bir güç ve rekabet imkanına sahip olmaktadır. Yerel yönetimlerin özerk ve rekabetçi bir yapıya kavuşturulması ise, özünde ulus ötesi tekelci sermayenin, kendini coğrafi ve siyasi alanlarda zaman ve mekan sınırlamalarından kurtarma ve böylece kendine daha fazla kârlılık sağlayan mekanlar arama gereğinin bir uzantısıdır. Dolayısıyla sermaye kendi krizini yenmeye ve azalan kâr oranı sorununu aşmaya çaba sarfetmektedir (Güler, 1996:3). Bu bakımdan önceki dönemin yerel birimi, toplumsal tüketimin örgütlendiği ve emeğin yeniden üretiminin sağlandığı bir mekan olmaktan çıkıp, çokuluslu sermayenin kârlılığını arttıracak biçimde üretimin örgütlendiği bir mekan haline gelmektedir (Şengül, 2001:108). Yerel yönetimleri sermayeye bağımlı hale getirmenin bir başka yanı da yerel karar alma süreçleri üzerinde yaratılan etkiye bağlıdır. Yerelleşme ile birlikte yerel karar alma biçimi ve karar alıcıların yapısı da değişmektedir. Yeni Liberal kuramın ortaya koyduğu ‘yönetişim’ modelinin, yerel demokrasiyi temsili demokrasiye göre daha katılımcı bir çerçeveye kavuşturduğu öne sürülmektedir.
Denilebilir ki, yerelleşme politikası birikim koşullarına karşı yerel yönetimlerin hassasiyetliğini, yani kolayca zarar görme olasılığını arttırmaktadır. Dolayısıyla yerel yönetimler arasında seçim yapma gücüne sahip olan sermaye, yerel yönetimleri sadece kendi yatırımlarının hacmine ve içeriğine uygun mali, hukuki vs. düzenlemeler yapma konusunda çaresiz bırakmamakta, aynı zamanda kamusal hizmet ve vergileme kararlarını da etkilemektedir. Böylece yerel yönetimler, sermayeye cazip gelmek için kentin altyapısını genişletme, sübvansiyon sağlama, kalite-kirlilik vs. konularda denetimi azaltma ve tüketiciyi ya da emeği korumaya yönelik politikalara son verme biçiminde sözler ve tavizler vererek, sermayeye faaliyetlerini serbestçe yürütmesi imkanını tanımaktadır. Böylelikle sermayenin, ödediği vergiden, yani yerel yönetim alanı içinde kalmakla yerel yönetime sağladığı vergi geliri artışından, çok daha fazla miktarda kamusal yatırım ve hizmet talebi yaratarak maliyet artışına neden oldukları ileri sürülebilmektedir. Bu durum ise, yerel yönetimlerin gelirlerini yeterince arttıramazken, borç yükünün ve harcamalarının artmasına neden olmaktadır (Nacar, 2005:233)
SONUÇ
Küreselleşme sürecinde gerek ekonomik ve gerekse diğer alanlarda karşılaşılan karmaşık yapı ve süreçlerin yönetilmesinde ulusal otoritelerin sahip oldukları araçların yetersiz kaldığı kuşku götürmemektedir. Ulusal devlet modeline alternatif olarak öne sürülen küresel yönetişim modeli ise henüz gerçekçi bir temele oturtulabilmiş değildir. Dünya çapında etkin, ulus-devlet sisteminden bağımsız, AB türü supranasyonal bir örgütlenme yapısı, küresel yönetişime ilişkin tartışmalarda yoğun ilgi uyandırmakla birlikte, bu tür modellerin bugünkü aşamada uygulanabilir bir seçenek olarak değerlendirilmesi mümkün görünmemektedir.
Günümüzde küreselleşmenin yönetim anlayışı olarak nitelenen ve yerelleşme olgusunu da içeren çoklu yönetim yaklaşımı, merkezi yönetimin elindeki planlama, karar verme, kaynak oluşturma ve bunları yürütme gibi yönetsel yetkilerin taşra kuruluşlarına, yerel yönetimlere, yarı özerk kurumlara, meslek kuruluşlarına, gönüllü örgütlere ve şirketlere aktarılmasını öngörmektedir.
Esasında yerelleşme ve küreselleşme politikalarıyla aslında özgür hale getirilen, sermayedir. Sermaye belli bir yerel yönetim alanına bağımlılıktan kurtulmakta, yani kendi çıkarına uygun yatırımları ve yeri belirleyebilecek ve yerel kararların buna uygun düzenlenmesini sağlayabilecektir. Bu bakımdan küreselleşme ile birlikte kente aktarılan kaynakların nasıl ve hangi gruplara dağıtılacağı önemli bir kaygı alanı yaratmaktadır. Bu sürecin hızlanmasında yerelleşme ile amaçlanan özelleştirme ve özel mali piyasalara bağlanmanın önemli etkileri söz konusudur. Günümüzde yerelleşme tartışmaları ve yerel yönetim reformları, son iki yüzyıldan bu yana yapılan düşünce araçları ile yapılamaz. Ulus-devleti referans noktası alan ve bu bütün içinde devletin etkili ve demokratik işleyişini sağlamayı amaçlayan yaklaşım, günümüz ve gelecek için yetersizdir. Yerel yönetim reformları ve yerelleşme, bundan böyle ulusal dinamiklerle birlikte küresel dinamikleri de hesaba alarak düşünülmek ve geliştirilmek zorundadır. Bu zorunluluğun, ulusal amaçları gerçekleştirecek doğrultuda yerine getirilmesi gerektiği açıktır. Bu nedenle, küresel dinamiklerin açık ve sağlıklı bir şekilde analiz edilmesi, ve bu süreci ulusal çıkarlar açısından yönlendirme gücünün elde tutulması gerekmektedir
KAYNAKÇA
1- Alada, Adalet, (2006) Kamu Yönetiminde Planlama Yeniden Yapılanma, TMMOB Şehir Plancıları Odası Yayını,İstanbul, Şubat
2- Aktan, Coşkun Can, (2005), Türkiye’de Merkezi Yönetim ve Yerel Yönetimlerin Yeniden Yapılandırılması, http://www.dtm.gov.tr/ead/DTDERGI/tem98/global.htm Erişim: 12.04.2006
3- Aslanoğlu, Rana A. (1998), Kent, Kimlik ve Küreselleşme , Asa Kitabevi, Bursa
4- Balay, Refik, (2004), Küreselleşme, Bilgi Toplumu ve Eğitim, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi, cilt: 37, sayı: 2
5- Bilgiç, Veysel, (2003) Yerelleşme Politikası, Ankara Siyasal Kitabevi
6- Bilhan, S. (1996), Küreselleşme ve Ulusal Değerler,. Türkiye 2. Eğitim Felsefesi
Kongresi (23-26 Ekim). Van: Yüzüncü Yıl Üniversitesi Eğitim Fakültesi
7- Çukurçayır, M.Akif, (2000), Siyasal Katılma ve Yerel Demokrasi, Yargı Yayınları,
Ankara
8- DPT, (1995), Dünyada Küreselleşme ve Bölgesel Bütünleşmeler, Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planı (Özel İhtisas Komisyonu Raporu) Ankara
9- DPT, (2001), Yerel Yönetimler, Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı Özel İhtisas
Komisyonu Raporu, Ankara
10- Erbay, Yusuf (1996), Küresel İşletmelerin Yönetimi ve Türk İşletmelerin Yeni Türk Cumhuriyetlerine Yönelik Faaliyetleri, Mahalli İdareler Genel Müdürlüğü Yayınları No:11, Ankara
11- Eryılmaz, Bilal (2002) Bürokrasi ve Siyaset, Alfa Yayınları, İstanbul
12- Eryılmaz, Bilal, (1997), Yerel Yönetimlerin Yeniden Yapılanması, Birleşik Yayıncılık, İstanbul,1.Baskı, Haziran
13- Friedman A, (1998), Dünyanın Sonunun Sonu mu?, İktisat Dergisi, Sayı 385, İstanbul
14- Gıddens, Anthony, (2000), Üçüncü Yol, Birey Yayıncılık, İstanbul
15- Güler Birgül Ayman, (1996), Yeni Sağ ve Devletin Değişimi: Yapısal Uyarlama Politikaları, Takav Matbaası, Ankara
16- Güler, Birgül Ayman, (2003), Devlette Reform, www.mimarlarodasiankara.org., Erişim 24.03.2006
17- Koçdemir, Kadir , (2002) , Avrupa Birliği Hukuku ve Mahalli İdareler, www.mahalli-idareler.gov.tr ,Erişim: 05.02.2006
18- Kaçmazoğlu, H. B. (2002), Doğu-Batı Çatışması Açısından
Globalleşme, Eğitim Araştırmaları 6, Ocak
19- Nacar, Birsen, (2005), Yerel Yönetimlerin Mali Krizi Üzerine Kuramsal Açıklamalar: Nedenler, Öneriler ve Bir Değerlendirme, Akdeniz Üniversitesi İ.İ.B.F. Dergisi, Sayı 9
20- Newman Christopher, (2001) , Realizm: Küreselleşme ve Bağımsız Devlet, (Çev. Muammer Türker),Türkiye Günlüğü, Sayı 64
21- Öymen, Onur, (2000), Geleceği Yakalamak, Remzi Kitapevi, İstanbul
22- Şengül, H.Tarık, (2001) Kentsel Çelişki ve Siyaset: Kapitalist Kentleşme
Süreçleri Üzerine Yazılar, Demokrasi Kitaplığı 6, WALD, İstanbul
23- Tezcan, M. (1996), Küreselleşmenin Eğitimsel Boyut,. Türkiye 2. Eğitim Felsefesi Kongresi (23-26 Ekim). Van: Yüzüncü Yıl Üniversitesi Eğitim Fakültesi
24- Togan. S, (1995), Küreselleşme Bölgesi Entegrasyonlar ve Türkiye, (DPT. Ö.İ.K. Raporu). Ankara
25- Zengingönül, Oğuz (2005) Nedir Bu Küreselleşme? Kaçabilir miyiz? Kullanabilir miyiz?, Siyasa, Yıl:1, Sayı:1
12 Mayıs 2009 Salı
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
İzleyiciler
Blog Arşivi
-
▼
2009
(13)
-
▼
Mayıs
(13)
- FRANSA YEREL YÖNETİM YAPISI
- SOSYAL SERMAYE KAVRAMI EKONOMİK KALKINMA VE YÖNETİ...
- SÜRDÜRÜLEBİLİR KALKINMA VE BÖLGESEL KALKINMA AJANS...
- KÜRESELLEŞMEVE YERELLEŞME EKSENİNDE DEVLETİN DÖNÜŞÜMÜ
- İL ÖZEL İDARELERİ VE İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ
- SÜRDÜRÜLEBİLİR KENT
- KÜRESELLEŞME VE YERELLEŞME
- KÜRESELLEŞME VE YERELLEŞME = ULUS DEVLETİN SONU ( ...
- MODERNLEŞME VE MODERN DEVLET
- YEREL ÖZERKLİK
- KENTLEŞME, METROPOL VE DÜNYA KENTİ19.yüzyıldan baş...
- PRENS SABAHADDİN VE ADEM-İ MERKEZİYETÇİLİK
- YEREL YÖNETİMLER REFORMU
-
▼
Mayıs
(13)
Hakkımda
- Muhlis Özkan
- İstanbul, Türkiye
- İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ SİYASAL BİLGİLER FAKÜLTESİ KAMU YÖNETİMİ MARMARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ MAHALLİ İDARELER VE YERİNDEN YÖNETİM
“İşçi Sınıfının Beynelmilel Kardeşliği” temelinde gelişen XIX.yy küreselleşmesi, sınır-ötesi akışkanlık, sermaye ve işgücünden ziyade emtiaya (ing. commodities) kazandırmıştı. Daha telgraf bile yokken gerçekleşen bu mucize, bugün INTERNET'le mümkün olamamaktadır.
YanıtlaSil