12 Mayıs 2009 Salı

İL ÖZEL İDARELERİ VE İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ

1-GİRİŞ
Günümüz modern toplumlarında yaşayan insanlarla önceki dönemlerde ki geleneksel toplumlarda yaşayan insanlar arasındaki temel farklardan biri de günlük hayatımız üzerinde merkezi devletin artan orandaki belirleyiciliğidir. Bu noktada her nekadar merkezi hükümetler yasal ve idari düzenlemeler yoluyla merkezi hükümetlerin yereldeki temsilcileri yoluyla gündelik hayatı yönetme yoluna gitse de, merkezi hükümetlerin gücünün belli bir kısmı yerel yönetimler eliyle kullanılmaktadır. Yerel yönetimler, 19.yüzyıldan bu yana, uluslar arası referans noktası olarak yer aldığı devletler bütünleri içinde tartışılmış ve düzenlemelerle bu bütün içine konulmuştur. Son iki yüzyıl boyunca yönetimlere ilişkin ilke ve politikalar bu idarelerin merkezi yönetim ile ilişkileri ekseninde inşa edilmiştir.
Günümüzde özellikle yerel ölçekteki bazı hizmetlerin sunumu konusunda yönetimlerin ciddi yetki ve sorumlulukları bulunmaktadır. Merkezi hükümetler ve yerle yönetimler, bazı ülkelerde kullanıldığı terimle yerel hükümetler, arasındaki yetki güç ve görev paylaşımı, denetim ilişkileri, kaynakların dağılımı ve paylaşımı gibi konular hemen her ülkede o ülkenin tarihinden gelen ve devlet ilişkileri tarafından belirlenen idari ve siyasi geleneklerin etkisiyle gelişmiştir. Kimi ülkelerde daha merkeziyetçi bazı örgütlenmelerin varlığı başka ülkelerde de daha adem-i merkeziyetçi ve yerel yönetimlere yetki ve sorumluluklar veren idari ve siyasi yapılar mevcuttur.
Son dönemde gözlenen küreselleşme olgusunun ulus-devletlerin yetki ve egemenlik alanını değiştirerek yeniden belirlemeye zorlamakta olduğu görülmekte ve bu doğrultuda ulus-devlet yetkilerinden bir bölümünün ulus-devlet üstü kurum ve mekanizmalara doğru devri talep edilmektedir. Ancak bu küreselleşme sürecinin bir uzantısı olarak yerelleşme olgusunun da artan bir öneme sahip olduğu söylenebilir. Bir başka deyişle küreselleşme sürecinin gerçekleşme araçlarından biride yerelleşme süreci olarak karşımıza çıkmaktadır. Özellikle yerel ölçekteki bazı hizmetlerin sunumu sürecindeki etkinlik ve verimliliğe ulaşılabilmesi için ve aynı zamanda demokratikleşmenin bir gereği olarak yerel yönetimlere siyasal hayatta daha da belirleyici bir rol atfedilmeye başlandı. Bu durumda karşımıza çıkan yerindelik ilkesi hizmetlerin verilmesinde en uygun aşamanın belirlenmesi bağlamında oldukça önemli bir rehber olarak karşımıza çıkar.
Bu bağlamda yerel yönetimlere artan bir önem atfedilirken, sınır-aşan ve tüm insanlığı ilgilendiren özelliği nedeniyle küresel bir sorun olarak ortaya konulan çevre sorunları bağlamında yerel yönetimlerin nasıl bir rol oynaması gerektiği de yanıtlanması gereken bir sorudur. Çevre sorunsalını küresel bir sorun alanı olarak tanımlayan çalışmalar bu sorunların çözümü için devletlerin uluslararası işbirliğinin gerekliğini vurgulamıştır. Gerçekten de, çevre sorunlarının çözümü ulusal bazda hükümetlerin belirli çevre politikalarını uygulamalarıyla ve küresel sorunların çözümü için devletlerin ve uluslar arası kuruluşların birlikte hareket etmeleriyle çözülebilecek sorunlardır. Ancak bu sorun çevre sorunlarının yerel boyutunu göz ardı etmemizi gerektirmez. Bu bağlamda çevre sorunları kaynaklandıkları yer bağlamında yerel sorunlardır özellikle de o yörede ve çevresinde yaşayan insanları, insan sağlığını, yaşam kalitesini, soludukları havayı, geçimlerini sağladıkları toprakları ve suları ilgilendirirler. Küresel uzantıları ne olursa olsun çevre sorunları bir yerden kaynaklanan ve öncelikle de o yeri ilgilendiren ve olanaklar dahilinde orada çözülmesi gereken sorunlardır. Çevre sorunlarından yerel seviyede çözülebilecek ya da önlenebilecek olanlar için yerel yönetimlere bir takım yetkiler verilmiştir.

2-İL ÖZEL İDARELERİ
İl özel idarelerinin temelini oluşturan Vilayet Umumi Meclisleri, Osmanlı merkeziyetçi yapısının taşra yönetimine uygun olarak 1864 tarihli Teşkili Vilayet Nizamnamesi ile kuruldu. Bu Nizamname çerçevesinde ilk olarak, tamamen istişari bir organ olarak Tuna, Edirne, Bosna ve Trablusgarp gibi Osmanlı vilayetlerinde “Umumi Meclis’ler” oluşturuldu. Günümüzde ise umumi meclisler “İl Genel Meclisleri” olarak varlıklarını sürdürmektedirler. 1913 yılında geçici bir kanun olarak yürürlüğe konulan “İdare-i Umumiyei Vilayet Kanunu Muvakkati” ile İl Özel İdarelerinin kuruluş ve görevlerine ilişkin ilk esaslı düzenleme yapıldı. 1987 yılında 3360 sayılı Kanunla bazı maddeleri yeniden düzenlendi ve adı “İl Özel İdaresi Kanunu” olarak değiştirildi.
1913 tarihli kararnamenin ilk 74 maddesi ilin genel yönetimini (idare umumiyei vilayet) bir başka deyişle il ve ilçelerdeki mülki sistemi düzenliyordu. Bu kararnamenin 75 maddesi ise “idarei hususiyei vilayet” başlığını taşıyan bölümdü. Bu kararname İdarei Umumiyei Vilayet Kanunu olarak Cumhuriyet dönemine taşınmış, ilk bölüm 1929 yılında yürürlükten kaldırılmıştı. Yasada 1987 yılında 3360 sayılı yasayla kapsamlı değişiklikler yapılmış ve yasanın adı “İl Özel İdaresi Kanunu” olarak değiştirilmişti. Bu yasanın birçok hükmü Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmişti.
3360 sayılı yasa ile yapılan değişikliğin dikkate değer özelliği, il özel idaresinin görevlerinde belirgin bir genişleme sağlamış olmasıdır. Bu yasayla 78. maddeye eklenen hüküm; ” İl Özel İdaresi, mahalli müşterek nitelikte olan, imar, bayındırlık, sağlık, ve sosyal yardım, çevre sağlığı ve koruması, eğitim ve spor, tarım, ağaçlandırma, orman tesisi, ekonomi ve ticaret, haberleşme, kültür, turizmle ilgili görevler ve bu kanun dışında çeşitli mevzuatla verilen görevleri imkanları ve tespit edeceği öncelik sırasına göre yürütür. “Bu ve benzeri hükümlerle il özel idaresi hemen hemen her konuda görev üstlenecek duruma getirilmiş, süreç içinde il özel idareleri üstlendiği bir çok görevi kurduğu ve ortak olduğu şirketler vasıtasıyla yürütür duruma gelmiştir.
Türkiye’de yeniden yapılanmanın odağında il özel idareleri bulunmaktadır. İl Özel İdareleri yerel yönetim olarak adlandırılmış ve yasal olarakta böyle tanımlanmıştır. Yetki genişliği ilkesi uygulamasının katılımla yumuşatıldığı, yerinden yönetim ( özerklik) ilkesinin ise uygulanmadığı, yapısını kamuoyunun pek bilmediği bu idareler artık yönetim sistemimizin odağına taşınmaktadır. Bilindiği üzere kamu idarelerinin temel niteliklerinden biri çok çeşitli alanda görevli ve yetkili olmasıdır; buna karşılık kamu kuruluşlarının her birinin uğraş konusu ise belirli ve sınırlıdır. Bu niteliğiyle il özel idarelerinin “kamu idaresi” olduğu kuşkusuzdur.
İl özel idaresinin köy ve belediye alanından ayrı bir etkinlik alanı yoktur ve il özel idaresinin köy ve belediye nüfusundan ayrı bir nüfusu da bulunmaktadır. Bu durum il özel idarelerinin belediye ve köy ile aynı düzlemde olmadığını; il özel idarelerinin “komün” anlamında yerel yönetim olmadığını göstermektedir. Nitekim, yönetim sistemimize örneklik yapan Fransa Anayasasında da il özel yönetimleri, komünlerden ayrı olarak sayılmaktaydı.
5197 sayılı İl Özel İdare yasasının 14 maddesi Cumhurbaşkanlığınca yeniden görüşülmek üzere TBMM’ye geri gönderildiğinden yasa yürürlüğe girmemiştir. Son olarak “Kamu Yönetiminin Temel İlkeleri ve Yeniden Yapılandırılması Hakkında Yasa” ile il özel idarelerinin çok kapsamlı görev ve yetki verilmektedir.
İl Özel İdare Yasası incelendiğinde de il özel idarelerine son derece kapsamlı görevler verildiği ve bu idarelerin geniş yetkilerle donatıldığı görülmektedir. Bu görev ve yetkilerin kapsamı başka ülkelerdeki federe devletlerin, bölge devletlerinin, özerk bölge idarelerinin görev ve yetkileriyle karşılaştırılabilecek niteliktedir. Üstelik il özel idareleri kendi yetki alanında genel yetkilidir; yani merkezi idareye bırakılmayan konularda da yetkilidir. Yasayla beraber il özel idarelerinin ulusal değil yerel de değil, bölgesel görevleri yerine getiren bölgesel düzeyde idareler olduğu da belirginleşecektir.
Zaten Avrupa Konseyi il özel idarelerini bölgesel yönetim olarak kabul etmektedir. İl özel idarelerimiz Avrupa Konseyi Yerel ve Bölgesel Yönetimler Kongresinin, yerel yönetimler meclisinde değil, il genel meclisi üyeleri tarafından bölgesel yönetimler meclisinde temsil edilmektedir. Kısacası, Avrupa’nın geleneksel bölgeler olarak gördüğü iller, il özel idareleri çıkış noktası alınarak, Bölge Kalkınma Ajansları Kanunuyla birlikte daha geniş alanları kapsayacak özerk bölgesel yönetimlerin oluşturulmasının en temel aracı olarak görülmekte ve hazırlanmaktadır.


3-İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ
İklim, yeryüzünün herhangi bir yerinde uzun yıllar boyunca gözlenen hava koşullarının ortalama durumudur. Ancak iklim, yalnızca ortalamaya yakın koşulları değil, uç değerleri ve tüm istatistiksel değişimleri de içerir. Örneğin, kışların sert geçtiği bir yerde soğuk bir kış mevsimini ılık bir kış mevsimi izleyebildiği gibi; yaz kuraklığı normal bir iklim özelliği olarak kabul edilen bir yerde, bir sonraki yıl nemli ve serin bir yaz mevsimi yaşanabilir. Ya da, yıllık ortalama yağışların fazla olmadığı yarı kurak bir iklim bölgesinde, şiddetli bahar yağışları sonucunda, yıllık ortalama yağış miktarına yakın bir yağış birkaç günde düşebilir. İşte bu yüzden iklim terimi, hava değişimlerine bağlı olarak kendi kaydedilen uç değerleri ve onların istatiksel oluşma olasılıklarını da içermelidir. Bu istatiksel yaklaşım, son yıllarda iklim terimiyle bütünleşmiş ve iklim, “belirli bir alandaki hava koşullarının, atmosferik değişkenliklerin varyansları ve ortalama değerleri gibi uzun süreli birleşim terimi, ortalama terimin içeriğinden daha fazlasını sunmaktadır.
İklim değişikliğini tanımlama konusunda iki farklı eğilim bulunmaktadır. Bu yaklaşımlar arasındaki fark, temelde pratik nedenlere dayanmaktadır. İklim değişikliğini tanımlamaya yönelik birinci yaklaşım, çeşitli insan etkileri sonucunda atmosferdeki birikimleri giderek artan sera gazı salınımlarını azaltmaya ve bu gazların doğal sera etkisinde oluşturduğu kuvvetlenmeyi en aza indirmeyi amaçlayan uluslar arası girişimlerde yansımasını bulmaktadır. Örneğin; İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nde, “karşılaştırılabilir bir zaman periyodunda gözlenen doğal iklim değişikliğine ek olarak, doğrudan ya da dolaylı olarak küresel atmosferin bileşimini bozan insan etkinlikleri sonucunda iklimde oluşan bir değişiklik” biçiminde tanımlamıştır. İkinci yaklaşıma göre, iklim değişikliği, “fiziksel nedeni ya da istatistiksel niteliği göz önünde bulundurmaksızın, aynı alanda farklı periyotlar için hesaplanan uzun süreli iklim istatistikleri arasında farkları ve iklimdeki tüm öteki süreksizlik tiplerini kapsayan değişiklikler” biçiminde tanımlanmaktadır. Bu tanım, birçok iklim bilimcinin paylaştığı, konunun daha çok klimatolojik yanını burgulayan bir yaklaşım sergilemektedir. Gerçekte bu tanım, ardışık iki iklim normali ya da ardışık iki alt dönem arasındaki farkın sıfır olmadığı tüm durumlarda bir iklim değişikliğinin varlığını kabul etmektedir. Bu yüzden, eğer böyle bir tanım ileride küresel ya da bölgesel bir sözleşmeye temel oluşturacaksa, ana iklim elemanlarının uzun süreli ortalamaları arasındaki farklar için kritik değerlerin ya da istatistiksel anlamlılık düzeylerinin belirlenmesi gerekir.
Yerküre iklimi, fosil yakıtların yanması, arazi kullanımı değişikliği, ve ormansızlaştırma, çimento üretimi, sanayi süreçleri gibi insan etkinlikleriyle atmosfere salınan sera gazlarının doğal sera etkisini kuvvetlendirmesi sonucunda ısınmaktadır. Farklı sera gazı emisyon (salım) senaryolarına dayanan iklim modelleri, gelecek yüzyıl için önemli iklim değişiklerinin olacağını bir görevle karşı karşıya bulunmaktadır. Öngörülen iklim değişiklerini ve bu değişikliklerin, sosyoekonomik sektörler , doğal ekosistemler ve insan sağlığı üzerinde olumsuz etkilerini azaltmanın en önemli yolu ise, insan kaynaklı sera gazı salınımlarını azaltmak ve ormanlar gibi karbon tutucu ortamları çoğaltmaktır.
İklim değişiklerinin risklerini anlama konusunda maalesef çok geç kalınmıştır. Tüketilen fosil yakıtların, sera gazı salınımlarının iklimi değiştirdiği ilk olarak 1896 yılında İsveçli bilim adamlarınca rapor edilmiş ancak bu rapor birçok bilim adamınca spekülatif olarak değerlendirilmiştir. 1930’larda Amerikalı amatör bir bilimci olan Callendar tarafından desteklene rapor 1950’lerde Amerikalı bilim adamlarınca benimsenmeye başlandı ve ayrılan fonlarla araştırılan bu konu nihayet 1961 yılında küresel iklim değişikliği ve her yıl artan küresel ısınma kanıtlandı. 1967’de 21.yüzyıldaki sıcaklık artışlarının hızlanabileceği projeksiyonları yayınlandı. 1970’lerde henüz bilim dünyasının kesin projeksiyonlara hazır olmadığı, ayrıntılarına girildikçe iklim mekanizmalarının bilinmezlerinin arttığı anlaşılarak bilgisayar ve uydu teknolojilerinden yararlanan güvenilir stratejilerin oluşturulmasına başlandı. 1988 yazının kayıtlara en sıcak yaz olarak geçişi ilgiyi arttırdı. İlk olarak bir Japon araştırmacının saptadığı bazı sera gazlarının ozon tabakasını incelterek canlıları etkilediği ciddiye alınmaya başlandı. 1972’de Birleşmiş Milletler Stockholm İnsan Çevresi Konferansı ile çevre duyarlılığının uluslar arası örgütlenme ve ulusal etkinliklere yansıması süreci bir dizi uluslararası zirve, hükümetler arası toplantılar ve bilimsel işbirliğine yol açtı. 1988’de hükümetler arası İklim Değişikliği Paneli’nin kurulması ile başlayan “Rio Zirvesi” ve “Kyoto Protokolü” ile süren çalışmalar maalesef iklim değişimini önlemedi. Çünkü yılda 3.5 milyon ton düzeyinde salınan karbondioksit gazının atmosferdeki ömrü 100, metan gazının ise 40 yıldır. Protokol, salınımların sıfırlanmasını değil, 1990 yılı düzeyine indirilmesini öngörüyor. Ayrıca atmosferin üst tabakalarında çok küçük miktarlarda bulunan gazlardaki değişimlerin etkileri henüz NASA tarafından araştırılan ve 2007 IPCC Zirvesi’nde açıklanması için çaba gösterilen bir konu. Bu denli önemli bir konu, zirveler, gelişmeler, kararlar medya, hatta bilimsel toplantılarda dahi irdelenmiyor.
Türkiye’de gözle görülür bir şekilde etkilerinin yaşandığı kuraklaşma, erozyon, çölleşme, yaygın kirlenme, yüzey ve yer altı su kaynaklarının azalması, kirlenmesi, mevsimsel değişimleri, biyo-çeşitlilik, ekosistem kaybı, fakirleşme ve göç kısır döngüleri ilgi çekmesede sürüyor. Pentagon’un önümüzdeki 20 yılda iklim değişimi, kuraklaşma yaşanacağı yönündeki uyarı raporu dikkate değerdir. Raporda sera gazlarının azaltılmasını, emilimini sağlayacak ekosistemlerin korunması, geliştirilmesi için gereken “karbon ticareti” yatırımlarının 2020’ye kadar 4 trilyon dolar gerektirdiğine yer verilmiş. Sonuçta politika, finans çevrelerinin hala risklerin bilincinde olmadığı, ve bu konular üzerinde pasif kaldığına da değinilmiş. Bunun yanında iklim değişikliğinin etkilerini ve zararlarını azaltma, iklim değişikliğinin, kuraklaşmanın ülkeleri üzerindeki zararlı etkilerini azaltmak için uzun süredir ulusal stratejiler geliştiren ülkeler var. Bu ülkeler arasında ABD, AB ülkeleri, Avustralya gibi gelişmiş ülkelerin yanı sıra Tunus ve son yıllarda BM desteği ile bu konuda planlama başlatan İran bulunuyor. Türkiye ise maalesef bu ülkeler arasında değil.

4-İL ÖZEL İDARELERİ VE İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ
Dünyada yaşanan iklim değişiklikleri, ozon tabakasındaki incelme, sera etkisi, doğal kaynaklar üzerindeki baskının artması, çevre kirliliğinin artması gibi çevre sorunları sınırlararası ve küresel sorunlar olarak tüm insanlığı etkilemektedir. Günümüzde çevre sorunları, ülkelerin karşılıklı-bağımlılığı ve kendi kontrolü dışındaki değişkenlerin çevre kalitesini belirleyiciliği bağlamında, küreselleşmenin boyutlarını gösteren önemli örneklerden biridir ve herhangi bir ülkenin bu sorunlardan kaçma şansı yoktur. Bu durumda küresel çevre politikalarının geliştirilmesi varolan sorunların çözümü için bir zorunluluk halini almıştır.
Diğer yandan uluslar arası düzlemde küreselleşme sürecinin uzantısı olarak karşımıza çıkan yerelleşme eğiliminin bir parçası olarak yerelleşmeye ve yerel yönetimlere artan bir önem verilmektedir. Yerel yönetimler ve çevre arasındaki ilişki yukarda belirtildiği üzere kirliliğin yerel boyutuyla alakalıdır. Çevre kirliliği öncelikle ortaya çıktığı veya meydana geldiği ortamı ve orada yaşayan insanları etkileyecektir. Bu duruma ilaveten çevre sorunlarının çözümünün de yerel aktörlerin katılımını gerektirdiği gözden kaçmamalıdır. Bu durum son dönemde çevre ve kalkınma ilkeleri bağlamında başat söylem haline gelen “sürdürülebilir kalkınma” söylemi tarafından da gündeme getirilmiştir. Bu söylemin temel metinlerinden Gündem 21 Belgesi ilgili aktörlerin karar alma ve uygulama süreçlerine katılımı konusunda çeşitli tavsiyelerde bulunmaktadır. Ayrıca, bu belgenin yerel yönetimler konusuna ayrılan 28. bölümü Gündem 21’in alanına giren konuların bir çoğunun yerel yönetimlerin faaliyetleriyle alakalı olduğunun ve bu bağlamda daha sürdürülebilir bir gelecek için yerel yönetimlerin güçlendirilmesi gereği ortaya konmuştur. Özelliklede halka en yakın birim olarak halkın taleplerine cevap verilmesi, eğitilmesi ve harekete geçirilmesi süreçlerinde yerel yönetimlerin kilit bir rol oynayacağı öngörülmüştür.
8.Beş Yıllık Kalkınma Planı (8.BYKP), Yerel Yönetimler Özel İhtisas Komisyonu (YYÖİK) Raporunda da bu duruma göndermede bulunulmuştur. Rapora göre, insanı, hayvanı, bitkisi, doğal kaynakları ve binalarıyla yaşamsal bir bütün oluşturan, kentsel ya da kırsal eko sistemlerin yönetimi sorumluluğu yerel düzeyden başlamalıdır. Çevre sorunlarının büyük bölümü yerel ölçekli sorunlar olduğundan dolayı yerel düzeyde çözüm üretebilir ve bu süreçte halka ekosistem bilincinin aşılanması, doğanın taşıma kapasitesine riayet edilmesi, farklı politika alanlarının entegrasyonu ve atıkların geri kazanılması yerel yönetimlerin çevre yönetimi açısından dikkate almaları gereken temel ilkeler arasında yer almaktadır. Bu durumda yerel yönetimlerin çevre yönetimi ve çevre sorunlarının çözümü bağlamındaki önemi hem uluslar arası hemde ulusal alanda genel kabul gören bir durumdur.
Merkeziyetçi bir sistemi olan Türkiye’de çevre yönetimi konusundaki görev, sorumluluk ve yetkilerin büyük çoğunluğu merkezi hükümet organlarında ve merkezi hükümetin yereldeki temsilcilerinde toplanmıştır. Özellikle de merkezi yönetimin yereldeki en süt düzey temsilcisi pozisyonundaki mülki idare amirler olan vali ve kaymakamlara önemli görevler verilmiştir. Ancak çevre konusuyla ilgili sayılmayacak kadar çok sayıda kanun, yönetmelik kurum ve kuruluş işin içinde olduğu için ve varolan yasal düzenlemelerle yeni yasal düzenlemelerin yan yana durması zaman zaman yetki ve sorumlulukların çakıştığı ve bir karmaşa yarattığı görülmektedir.
İl özel idarelerinin faaliyetlerinin çevre kalitesi ile doğrudan ilişkisi olmasına ve bu konularda yapması gerekenler olmasına rağmen mali yetersizlikler nedeniyle faaliyetleri oldukça sınırlıdır. İl özel idarelerinin 1913 sayılı kanununda değişiklik yapan 3360 sayılı kanunun 13. maddesi İl özel idarelerine “çevre sağlığı ve korunması” görevini vermiştir. Ancak İl Özel İdareleri diğer görevleri gibi bu görevlerini de çok az oranda yerine getirebilmekte, doğrudan politika geliştirip uygulamaktan çok merkezi idarenin il genelinde uyguladığı projelerin takipçisi olmak veya il genelinde diğer kamu birimlerince yürütülen mali projelere mali destek sağlamak fonksiyonunu yerine getirmektedir.
İlde İl Özel İdarelerinin tüzel kişiliğinden çok valinin il genelindeki çevre politikaları ve uygulamaları üzerinde daha geniş yetkileri vardır. Vali bu yetkileri kullanırken ve il genelinde ilin çevre politikalarını geliştirirken il özel idaresinin imkanlarını daha çok maddi bakımdan destekleyici bir mekanizma olarak kullanmaktadır. Ancak yapılan yeni düzenlemelerle birlikte il özel idarelerine geçmişe göre oldukça geniş yetki ve görev alanı verilmektedir. 5179 sayılı yasanın gerekçesinde “ İl Özel İdarelerinin, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı ve adaylık sürecinde bulunduğumuz Avrupa Birliği’nin mahalli idarelere ilişkin genel yaklaşımı ışığında; güvenilir, açık ve saydam, hesap verme yükümlülüğü olan, verimli, etkin ve kaliteli hizmet sunabilen bir yapıya kavuşmaları öngörülmektedir.” denilmektedir. Yerel yönetimlerin, özelde il özel idarelerinin, uluslararası düzeyde kabul gören yasalara uyumlu hale getirilmesi ve bu denli geniş görev ve yetki alanına sahip olması uluslararası düzeyde alınan ve yerel yönetimlerce yerine getirilmesi düşünülen birçok kararı da yerine getirme konusunda yetkili kılmaktadır.
Sera gazlarının atmosferik birikimlerini insanın iklim sistemi üzerindeki olumsuz etkilerini en aza indirecek bir düzeyde durdurmayı sağlayabilecek en önemli ve tek hükümetler arası çaba Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesidir. Sözleşmenin ana amacı “atmosferdeki sera gazı birikimlerini, insanın iklim sistemi üzerindeki tehlikeli etkilerini önleyecek bir düzeyde durdurmaktır.” Kalkınma düzeyi ve özel koşullar, örneğin enerjide fosil yakıtlara yüksek düzeyde bağımlılık vb. politika araçlarının ülkeden ülkeye farklılıklar göstermesine neden olabilir. Yine de, bunun ulusal düzeydeki en uygun karışımı, yerel yöneticilerle , özel ve kamu yatırımcı kuruluşlarıyla, bilimsel ve teknik araştırma/geliştirme kuruluşlarıyla, sanayi ve işbirliklerinin ya da kuruluşlarının temsilcileriyle gerçekleştirilecek olan geniş açılı bir danışma süreciyle geliştirilebilir.
Sera gazı salınımında bazı azaltmalar seçeneklerle, sıfır maliyetlerle elde edilebilir. Örneğin, dünyanın birçok bölgesinde hava kirliliğini önleme ya da hava kalitesini iyileştirme ve asit depolanmasını azaltma vb. yerel ve bölgesel çevresel sorunlar için kabul edilen politikaların, önlemlerin, uygulamaların ve teknolojilerin, sera gazı salınımlarını azaltma kapasitelerinin önemli düzeyde olduğu dikkate alınmalıdır. Bunların dışında üç başlık altında toplanarak aşağıda özetle verilen bilimsel ve teknik, teknolojik yaklaşımların ve önlemlerin dünya ölçeğinde uygulanmasıyla sera gazlarında önemli indirimler başarılabilir.
1) Enerji temini:
(i) Daha verimli ve ekonomik fosil yakıt çevrimi (yakma teknolojilerinin iyileştirilmesi, büyük ölçekli birleşik ısı ve güç santrallerinin yaygınlaştırılması, vb.);
(ii) Fosil yakıt kalitesinin iyileştirilmesi ve karbon içeriği daha düşük fosil yakıtlara geçiş; Biyokütle plantasyonu, jeotermal, küçük-hidro, güneş ve rüzgar gibi temiz yenilenebilir enerji kaynaklarının birincil enerji kaynakları içindeki payının arttırılması; ve
(iii) CO2’nin yeraltında depolanmasıyla birlikte akışkan gazların ve yakıtların dekarbonizasyonu.



2) Enerji istemi:
(i) Başta sanayi, ulaştırma ve yerleşmeler/ticari binalar olmak üzere, tüm sektörlerde enerji verimliliğinin ve tasarrufunun arttırılması;
(ii) Ulaştırma ve kent içi trafik sistemlerinin, motorlu taşıtların daha az yakıt tüketmelerini sağlayabilecek biçimde düzenlenmesi; ve
(iii) Kent içinde raylı toplu taşımacılığın, şehirlerarası yük ve yolcu taşımacılığında demiryollarının ve denizyollarının önemsenmesi ve uygulanması.
3) Tarım, çayır/mera ve ormancılık:
(i) Ormanlaştırma, yeniden ormanlaştırma, ormansızlaştırmanın önlenmesi, bozulan tarım arazilerinin ve çayır/meraların onarılması ve tarımsal ormancılığın özendirilmesini içeren gelişmiş orman, çayır/mera ve tarım arazisi yönetimi;
(ii) Toprak çözümlemelerini ve bitki gereksinimini gözeten azotlu gübre kullanımı; ve (iii) Geviş getiren hayvanların ıslahı ve yem kalitesinin iyileştirilmesi.
Politika araçları da aşağıdakileri içerebilir.
i) Sera gazı salımlarını arttıran desteklerin azaltılmasını ya da kaldırılmasını (örneğin, ulaştırma destekleri, vb.);
(ii) Enerji fiyatlandırma stratejilerini (örneğin, enerji desteklerinin azaltılmasını, karbon vergilerini, vb.);
(iii) Ulusal ve uluslararası ticareti yapılabilir salım izinlerini ve ortak yürütme projelerini;
(iv) Sanayi (tarım, ulaştırma, vb.) ile ortak gönüllü programları ve görüşmelerle sağlanan anlaşmaları;
(v) İsteme yönelik yönetim programlarını;
(vi) Enerjinin yeterli ve verimli kullanım standartlarını içeren düzenleyici programları;
(vii) İleri teknolojilerin geliştirilmesini ve uygulanmasını önemli düzeyde destekleyen ya da sağlayan pazar araçlarını ve tanıtım programlarını; ve
(viii) Ürün markalama düzenlemelerini ya da programlarını.



5-SONUÇ
Küreselleşme sürecinin uzantısı olarak ele alınan yerelleşmenin önem kazanmasıyla bu alanlarda ilgili yasa ve mevzuatlar konusunda yeni düzenlemeler ve bununla birlikte görev ve yetki genişliği kaçınılmaz olarak ortaya çıkmıştır. Bu çerçevede reformların çevre konusunda en önemli yansıması daha önceden merkezi hükümetin yereldeki temsilcilerinin elinde olan bazı yetki ve sorumlulukların yerele devredilmesi şeklinde olmuştur. Bu yetkiler belediye sınırları dahilindeki yerlerde belediyelere ve büyük şehir belediyelerine devredilirken bu sınırların dışında kalan yerlerde il özel idarelerine devredilmiştir. Bu değişiklik geçmişte çevre yönetimine fazla merkeziyetçi olduğu nedeniyle yöneltilen eleştirilerin bir kısmını karşılamakta ve sorunları yerinde ve doğrudan oradaki halkın seçtiği organlar aracılığıyla çözmeyi amaçlamaktadır.
Yukarıda verilenler, sera gazı salınımlarını azaltmak amacıyla uygulanmakta ve de uygulanması olası olan, genel bilimsel ve teknik/teknolojik yaklaşımlar ve önlemler ile bazı makro politika araçlarını içermektedir. Türkiye’nin de, kendisine en uygun politika araçları ile bunların uygulanmasını sağlayacak olan yasal önlemleri ve çok sektörlü/çok kullanıcılı programları, kalkınma hedeflerini, önceliklerini, özel koşullarını ve gereksinimlerini dikkate alarak bir an önce belirlemesi gerekmektedir.


KAYNAKLAR
1-Doç. Dr. Murat Türkeş, İklim Değişikliği Politikaları, www.meteor.gov.tr
2-Doç. Dr. Murat Türkeş, Hava ve İklim Kavramları Üzerine, TÜBİTAK Bilim ve Teknik Dergisi, 355, 36-37, 1997 Ankara.
3-Gökhan Orhan, Yerel Yönetimler ve Çevre, Yerel Yönetimler Üzerine Güncel Yazılar 1, Editörler; Hüseyin Özgür, Muhammet Kösecik, Nobel Yayın Dağıtım, 1.Basım, Eylül 2005 Ankara, s.595-610
4-İ Özel İdareleri Kanunu, www.tbmm.gov.tr
5-Adalet ALADA, Yerel Yönetim Yasalarının Değişim Süreci ve İl Özel İdare Yasası Üzerine Notlar, İstanbul Üniversitesi SBF,2005

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

İzleyiciler

Hakkımda

İstanbul, Türkiye
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ SİYASAL BİLGİLER FAKÜLTESİ KAMU YÖNETİMİ MARMARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ MAHALLİ İDARELER VE YERİNDEN YÖNETİM